Ağustos 2024 Edebiyat Sümeyye Sakarya

Buket Kolonyası 

Hastalık, hayatın kaçınılmaz bir gerçeğidir. Kimi zaman hastalığı, vücudun hastalıkla mücadele etmesi gibi düşünsek de aslında aynı zamanda ruh penceremizin de bazı hakikatlere açıldığını fark edebiliriz. Bu noktadan itibaren ruhumuzun derinliklere doğru bir yolculuğa çıkar ve hayatın anlamını, değerini ve kırılganlıklarını keşfederiz. Zihnimizdeki gürültüler susar ve kalbimizin sesi duyulmaya başlanır.

Şubat ayının son haftasıydı. Kışın soğuk nefesi hanemize üflenmiş, ev halkı hastalıkların yayılan gölgeleriyle birleşmişti. Kar taneleri nazikçe düşerken, hastalık da sessiz sedasız etrafa yayılmıştı. Soğuk, bedenimizi bir örtü gibi sarmalarken, virüsler de bedenimizde misafir olmuştu. Zor zahmet geçen bu günlerde Üstad’ın “Hastalar Risalesi”nde belirttiği sözler şifa olmuştu: “Her şey zıddıyla bilinir. Mesela, karanlık olmazsa ışık bilinmez, lezzetsiz kalır. Soğuk olmazsa hararet anlaşılmaz, zevksiz kalır. Açlık olmazsa yemek lezzet vermez. Mide harareti olmazsa su içmesi zevk vermez. İllet olmazsa âfiyet zevksizdir. Maraz olmazsa sıhhat lezzetsizdir.[1] Bu kaide, sağlığımızın kıymetini de hastalıklar vesilesi ile tefekkür etmemizi sağladı.

Arkada kalan, uykusuz bırakan gecelerin ardından mart ayına uyanmış ve baharın ilk kıpırtılarını çoktan hissetmiştik. Telefonun diğer ucundaki kalblerle buluşmak için Essen şehrine doğru yola çıkmıştık. Genç ve umut dolu gönülleri bir araya getiren Genç Çağlayan gönüllüleri, bu sefer bir sanat ziyafetine misafir olmuştu.

Sanat, ruhu doyuran bir şölenin başrol oyuncusudur. Essen’deki buluşma, sanatın büyüsünü hissetmek için âdeta bir kapı aralıyordu. Ressamların tuvallerine yansıyan renkler, müzisyenlerin enstrümanlarından çıkan melodi ve yazarların kelimelerindeki derinlik, ruhları doyurmaya niyet etmişti. Sanat, belki de ruhumuzdaki hastalıkla mücadele eden bir kalkan gibiydi, zor zamanlarda umudu yeniden canlandıran bir ışık kaynağı.

Sevgi dolu dostlarla bir araya gelmek, geçmiş ve gelecek arasında köprüler kurmanın en güzel yollarından biridir. Essen’deki buluşma, zamanın döngüsünde bir durağanlık noktasıydı. Yıllarını sanata adamış Serkan Bey ve Sibel Hanım atölyelerinin kapılarını Genç Çağlayan’a açmış ve sanki çok eskiden tanışan dostlar gibi gönüllerinde bize yer vermişlerdi. Kocaman bir masanın etrafına dizilen bizler, Serkan Bey’in ve Sibel Hanım’ın anlattığı hatıralarla gülmüş ve gönül sayfamıza unutulmaz bir anı eklemiştik.

Essen’de Genç Çağlayan buluşması, bedenî ve ruhî hastalıkların gölgesindeki bir günü aydınlatan bir fener gibiydi. Sanatla ruhlar doydu ve bu anı dolu gün, hayatın karmaşıklığını hatırlatarak, bir araya gelen ruhları birbirine daha da yaklaştırdı.

Kapıdan uğurlarken Sibel Hanım’ın, “Kolonya almaz mısınız?” demesiyle kafamı çevirmiştim. Ellerimdeki şeffaf sıvıdan burnuma doğru gelen kokuyla bugünü kalbimde ve zihnimde mühürlemiştim sanki. Ben daha ağzımı açamadan yanımdaki ses, “Ne kolonyası bu?” deyivermişti. “Buket kolonyası.” diye cevaplamıştı Sibel Hanım. Birkaç damla buket kolonyası, sessizliği yarıp geçen bir melodi gibi yayılırken, etrafa yayılan taze çiçek kokularıyla birlikte ruhu okşuyordu. Güllerin zarif dokunuşuyla süslenmiş, menekşelerin huzur veren esintisiyle dans eden bu koku, geleceğe taşınacak bir hatıra olarak kalmıştı. Bu sadece bir koku değil, aynı zamanda yaşanmışlıkların ve duyguların muhteşem bir yansımasıydı. Her bir damla, bir ömre değer hatıraları hatırlatırken, aynı zamanda geleceğe umut dolu bir bakış olmuştu.

Son bir nefes alırken, o efsunlu kokunun baş döndürücü etkisiyle huzur bulanların safında, maddî ve manevî hastalıkların sukût ettiği, geçmişin izlerini sarmış bir şekilde gün batımına doğru yol almıştık.

Dipnotlar 

[1] Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 257.