Yeni evime taşınalı birkaç gün olmuştu. Şehrin keşmekeşinden uzak, şirin bir kasabada, ağaçlı bir bölgede oturmayı nasip etmişti Rabbim bu kez. Sabahları kuşlar korosu ile uyandırılmak, günün aydınlandığı müjdesini bu eşsiz muştudan almak benim için zor olan uyanma eylemini keyifli kılıyordu artık… Hele bu muazzam koronun içinde bir de solo yapan bir kuş vardı ki her geçen gün daha fazla merak eder olmuştum bu esrarengiz solisti.
Bahçeye açılan mutfağımın kapısının açık olduğu bir gün, eşikte her bir tüyü kömür karası, minicik bedeninde gagası ile aynı renkte, turuncu gözlere sahip bir misafirle göz göze geldim. Kafasını titretip “Bak, ben geldim.” der gibi yan yan baktı ve kendi dilinde bir şeyler söyleyip ardına bile bakmadan uçuverdi. Bir replik döndü zihnimde: “Aman Allah’ım, bu ses… Bu ses…” Evet, bu benim her sabah dinlemekten mest olduğum solistimin sesiydi. “Demek ki sendin bana uyanmayı sevdiren ufaklık.” diyerek el salladım arkasından.
Artık her gün bahçeme uğrar olmuştu minik misafirim. Geliyor, bana boynunu eğip bakıyor ve kaçıyordu. Sanki “Çok meşgulüm, ama sırf seni görmeye geldim.” dercesine…
Sonra adını öğrendim bu güzelliğin. Meğer karatavuk derlermiş ona; karatavukgiller (Turdidae) familyasından, tüyleri kara, meyve ve böceklerle beslenen, ötücü bir kuş türüymüş.[1] Hâlbuki pek de öyle tavuğa benzer hâli yoktu; serçeden biraz iri, güvercinden daha küçüktü.
İşte tam da böyle olmuştu onu tanımam. Daha sonra minik dostumla ilgili küçük bir araştırma yaptığımda ona olan hayretim ve Sahibine ait hayranlığım bir kat daha artmıştı.
Hani her sabah yediğimiz bilmem kaç çeşidi olan zeytin var ya, hani hakkında en fazla araştırma yapılan bitkilerden biri olan zeytin… Hatta son 40 yıl içinde yapılan laboratuvar araştırmalarıyla bu bitkinin yaprağından meyvesine ve yağına kadar her kısmıyla tam bir şifa kaynağı olduğu gösterilmiştir.[2] İşte topraktan bitip soframızda yer alan bu nefis nimetin yeryüzünde dağılıp çoğalmasında başrol oynuyormuş bizim arkadaş. Çekiçle bile zorlanarak kırdığımız, yuttuğumuzda şifa olduğuna inandığımız zeytin çekirdeğini meğer bizden daha çok severmiş. Kolayca yuttuğu zeytin çekirdeğini kursağında sindiremezmiş ve dışkı yoluyla atarmış ve böylelikle yeni yerlerde zeytin ağaçlarının yetişmesine hizmet edermiş.
Kulaklarımı şenlendiren sesinin yanı sıra, mideme ziyafet çekecek zeytinin büyümesine vesile olan bu küçük dostuma daha bir hayranlıkla bakar oldum o vakitten sonra.
Küçücük bedeninde, ufacık kursağında topladığı minnacık taşların arasında sahip olduğu kuvvetli asitler ile o odunsu yapıdaki zeytin çekirdeğini inceltip yumuşatır ve toprakla buluşturup vazifesini eda etmenin sevinciyle de kendine has türküler söylermiş meğer…
Artık her sabah daha büyük bir heyecanla bekledim zeytin karası dostumu. Artık onu “uçan zeytin çekirdeği” olarak anıyorum. Sahi, kendi de biraz zeytin çekirdeğini andırmıyor mu?
Dipnotlar
[2] İrfan Yılmaz, “Kur’ân ve Sünnetin Bir Mucizesi olarak Zeytin ve Zeytinyağı”, Çağlayan, Mart 20202.