Ölümsüzlük, insanların yaratıldığı günden beri akıllarını kurcalayan, bir türlü çaresi bulunamayan bir tutkudur. Bedenin ölümünü durdurmak mümkün olmadı şimdiye değin, ama bir şey keşfetti insan: Bedeni toprağa karıştığında bile geriye bir şeyler kalabilirdi; isim ve eser. Bedenin aksine bu ikisi çürümeden varlığını devam ettirebiliyor. Tabiî ismin de eserin de dünya hafızasında bir iz bırakması kaydıyla. İyi veya kötü böyle bir etki bıraktığında unutulmuyor. Burada kişilerin Âdem peygamberden beri devam eden ikiliği yine devreye giriyor. Hâbil ve Kâbil aynı hafızada ve şiddetle yerleşiyor yerlerine. Sanatçılar, yazarlar ve şairler gibi sözle kavgasını verenler kalemiyle, diktatörler ve zalimler gibi sözle kavga edenler kanla yazıyor ismini dünyanın hafızasına.
Bu bakışla hayatını okuduğunuzda belki kıyamete kadar var olmayı devam ettirecek isimler var. Bazı eserler var ki her gün yeni birinin ellerinde şairini, yazarını yeniden doğuruyor. Sahaflar ve kitap rafları, kiralık daireleri onların.
İşte böyle bir dünya kiracısı Shakespeare… İngiliz ve dünya edebiyatına bıraktığı etkiyle her gün dünyanın bir köşesinde yeniden doğuyor. Her gün yeni biriyle tanışıyor. Bu dünyada hiçbir zaman, “hiç edilmeyecek” belki de. Aslında emin olmama rağmen belki de diyorum, çünkü son yıllarda yaşananlar dünyamızdan o kadar da emin olmamayı öğretti. Şimdi Shakespeare’in hayatına bir göz atalım:
Shakespeare, 23 Nisan 1564’te, İngiltere’de, Stratford kasabasında dünyaya gelir. Babası John Shakespeare bir tüccardır. Bir dönem belediye meclisinde başkanlık yapar ve bu sırada gezici tiyatrolara destek verir. Bununla belki de Shakespeare’in ilk tohumlarını atar. Annesi Mary Shakespeare ise çiftlik sahibi bir ailenin kibar ve kültürlü kızıdır. Eğitimini Latince ağırlıklı alan yazar, 18 yaşına geldiğinde Anne Hathaway ile evlenir ve Susanna adındaki ilk çocuklarından sonra ikiz olan kızları Judith ve Hamnet dünyaya gelirler.[1]
Shakespeare tiyatronun hemen hemen her bölümünde görev alır. Hatta tiyatro salonlarına gelen davetlilerin atlarıyla ilgilendiği dahi söylenir. Daha sonraları oyunculuk yapar ve en sonunda da oyun yazmaya başlar. Tiyatroyu günümüz biçimine getiren Shakespeare’dir. Mesela 17. Yüzyılda, dekor ve kostümler tiyatroya Shakespeare ile girer.[2]
Shakespeare’in Elizabeth Döneminde yaşamış olması ayrıcalıktır, çünkü kraliçe tiyatrolara verdiği destekle bilinir. Halk tiyatrolara epey ilgi gösterir.[3] Sinema, televizyon ve internetin olmadığı bir dönemde tiyatronun ne denli paha biçilmez bir etkinlik olduğunu tahmin etmek zor değil. Tabiî dönemin halk arasındaki sınıflandırma sistemi tiyatroya da yansır, ama Shakespeare bu sınıf ayrımları sorununu, usta bir dil tekniğiyle çözer. Aynı oyun hem halka hem de elitlere oynanır ve aynı ilgiyle izlenir. Dili sadedir, ama basit değildir.
Shakespeare oyunlarında her şeyden önce insanı anlatır. Bütün zayıf ve güçlü hâlleriyle, iç dünyasındaki karmaşasıyla değişmeyen insan tabiatını dile getirir. Sevgi, tutku, kıskançlık, kin, nefret, düşmanlık, iyilik ve erdem… Hepsi hem o dönemin hem şimdinin hem de geleceğin insanları için ortaktır. Bu yüzden oyunları her dönemde seyirci bulmuştur.
Shakespeare’in İngilizceye katkısı yadsınamaz. Bir kaynağa göre 1700, diğer bir kaynağa göre 3000 yeni kelimeyi İngilizceye kazandırır.[4] Mesela; Jessica ismi, “bandit” (haydut), “critic” (eleştirmen) ve “lonely” (yalnız) gibi kelimeler ilk kez Shakespeare oyunlarında kullanılır.[5]
Bu büyük usta, aralarında Hamlet, Macbeth, Kral Lear ve Julius Caesar gibi şaheserlerin de bulunduğu 38 tiyatro oyununa (bu oyunlar günümüzde bile yorumlanarak oynanır), 154 soneye ve birçok şiire imza atar. 23 Nisan 1616 tarihinde, 52 yaşında, yani doğduğu gün, doğduğu kasaba Stratford’da vefat eder. Stefan Zweig onun hakkında şöyle der: “Shakespeare’den önceki her şey ona hazırlıktır; sonraki her şey ise ucuz birer taklit.”[6]
Gelelim Shakespeare ile ilgili enteresan bir tartışmaya… Shakespeare gerçekten yaşamış mıdır? İngiliz edebiyatının en büyük şairi kabul edilen William Shakespeare’in varlığının sorgulanması çok ilgi çekici. Kimileri böyle birinin yaşamadığını iddia eder, kimileri de Kraliçe’nin etrafında yaşayan bir soylu ya da filozof olduğunu söyler. Bugün bile hakkında öğrenebildiklerimiz tam bir netliğe kavuşmamıştır.[7] Bu tartışmada kendisinin ismini 13 farklı şekilde yazmasının, vasiyetinde iki farklı sayfada, iki farklı imza kullanmasının etkisi büyüktür. Belki de bütün bunlar, “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.” diyen yazarın bize tarihî bir esprisidir. Ne dersiniz, insanın zayıf ve güçlü yanlarını bu kadar ustaca çözen bir yazar, kendisinden yaklaşık dört asır yıl sonra, bizlere, “Eser, kişilerden daha değerlidir.” mi demektedir?
Büyük usta dünyayı bir tiyatro oyununa benzetir. Rolünü oynayanın çekip gideceğini söyler. O sahnesini terk edeli çok oldu, ama bugün replikleri hâlâ yüreklere dokunuyor. İnsanların arasında dolaşıyor ve insana, insanı, insanla anlatmaya devam ediyor. İşte tam da bu yüzden dünyanın herhangi bir yerinde oynanan bir tiyatro oyunu için gelen alkışlar, öncelikle Shakespeare içindir ve “Seni hatırlayan son kişi de öldüğünde, hiç yaşamamış olacaksın!” diyen bir Kızılderili atasözüne meydan okur gibi gürül gürül hatırlanmaktadır.
Dipnotlar
[1] tr.wikipedia.org/wiki/William_Shakespeare
[2] arkakapak.babil.com/uzerinde-gunes-batmayan-yazar-william-shakespeare/
[3] www.turkedebiyati.org/shakespeare.html
[4] www.sosyalbilimler.org/shakespeare-neden-onemli/
[5] www.kitapcafe.com/shakespearein-ingilizceye-kazandirdigi-15-kelime.html
[6] ciglik.net/2021/03/04/romeo-ve-juliet-kitap-incelemesi/
[7] seyler.eksisozluk.com/william-shakespeare-diye-biri-aslinda-hic-yasamadi-mi