Sanat ve sanatçı, hakikate nasıl hizmet eder? Rastladığım bir eserde bu sorunun cevaplarından birini buldum. Soyut: Tasarım Sanatı[1] adlı belgesel, bu soruyu merak edenler için harika bir çalışma. Bu dizide farklı alanlarda profesyonel sanatçıların serüvenleri anlatılıyor.
“Sanat nedir?” sorusunun cevabını bir seminerde almıştım. “Sanat, hakikatin estetik bir şekilde ifadesidir.” Birkaç kelime ile meselenin hakkını teslim etmek bu olsa gerek. Tasarım Sanatı sanki bu cümlenin uygulamalı gösterimi. Sanatçılar öyle güzel işler ortaya koymuşlar ki eserlerin büyüleyiciliğine kapılıyorsunuz. Hepsinin altında, onları ortaya çıkaran bir fikir var. Sanatçı bir şey söylüyor ve söylediği şey ruhunuza dokunuyor, duygularınızı harekete geçiriyor. İncelikli bir şeyler size iyi geliyor. Bazı eserler sizi etki alanlarına doğrudan alırken bazıları için düşünmeniz ve esere buyur edilmeniz gerekiyor. Eser size bir şeyler fısıldıyor.
Belgeselde hikâyesi anlatılan sanatçılardan biri Olafur Eliasson. İzlandalı sanatçı, farklı tecrübeler yaşatarak katılımcıları şaşırtmayı seviyor. Tabiatı yakından izliyor ve eserlerinin hemen hepsinde ilhamını tabiattaki eserlerden alıyor. Mesela ona göre gürül gürül akan bir şelale, zamanın akışını anlamak için iyi bir yol. Sanatçı bir gün sarı ışıkla ilgili bir şey keşfediyor. Monokromatik sarı ışıkla bir ortamı aydınlattığınızda, ortamda diğer renkleri yansıtacak beyaz ışık yoksa bütün renkler gri görünüyor. Sapsarı bir odaya giriyorsunuz ve bedeniniz, ayakkabınız, elleriniz ve arkadaşınız gri bir objeye dönüşüyor. Başka bir âleme geçmek gibi…
Renkler olmadığında sadece nesneye odaklanıyorsunuz ve sonra şöyle düşünmeye başlıyorsunuz: “Esas olana odaklan!” Ayrıca anlıyorsunuz ki gözü ve aklı yanıltmak hiç de zor değil. Hatta duyguları bile. Aynı sanatçı, ortamdaki ışığın renginin hislerimize etkisini gösteren bir deney yaptırıyor. Oda kırmızı ışıkla dolduğunda yorgun ve rahatlamaya hazır hissediyorsunuz, mavi ışıkla kaplandığında uykunuz açılıyor ve enerji doluyorsunuz. Birçok eser ortaya koyduktan sonra iklim değişikliği konusu bu sanatçının dikkatini çekiyor ve bir fikirle aslında basit, ama farkındalığa vesile olan bir proje ortaya koyuyor. 2015 yılında “Buz Saati” projesiyle Grönland’dan buz kütleleri getiriyor.[2] İklim Değişikliği Konferansı düzenlenirken Paris’in bir meydanına buz kütlelerini saatin rakamları gibi yerleştiriyor. Bununla zamanın akıp gittiği vurgulanıyor ve eş zamanlı olarak katılımcılar buzların zaman geçtikçe nasıl eridiğine şahitlik ediyorlar. Sanatçı iklim değişikliğinin farkına duyulara dokunarak vardırıyor. Devâsa kütleler insanların gözleri önünde eriyor, ona dokunduklarında soğuğu hissediyorlar. 15 bin yıllık buz gözlerinin önünde eridiğinde, sanatçının vermek istediği mesajı alıyorlar.
Belgeselde bahsi geçen diğer bir sanatçı ise dünyaca ünlü kişilerin fotoğraflarını çeken “Platon” lakaplı bir fotoğrafçı. Meşhur isimleri stüdyosunda konuk etmiş. Bu kişilerin hikâyelerini tek bir kareyle anlatıyor. Platon çok başarılı işlere imza attıktan sonra Mukwege isimli bir doktorla tanışıyor. Doktor Mukwege, Kongolu kadınlara yardımcı olmak için bir klinik açıyor. Zaman geçtikçe kliniğe şiddete maruz kalmış kadınlar geliyor. Mukwege, Platon’u hayatta kalan kadınların fotoğraflarını çekmesi ve bu zulmü dünyaya duyurarak engellemesi için davet ediyor. Platon’un bu çalışma boyunca kadınların psikolojilerini göz önüne alarak davranması, kimseyi incitmeden bu projeyi başarıyla tamamlaması tam bir nezahet örneği. Bu projeyle Kongo’da yaşanan dramı bütün dünyaya duyuruyor. Platon da sanatıyla hakikate hizmet ediyor.
Bu şekilde ortaya konmuş birçok proje görüyorsunuz bu belgeselde. Sanatçıların sanatlarıyla gerçeği ortaya koyma gayretini izliyorsunuz ve şöyle diyorsunuz: “Sanat, hakikatin estetik bir dille ifadesidir.”
Dipnotlar