Babalar anlattığı için güzeldir masallar. Sonu mutlu bitenlerden olmasa bile baba, kızı için pamuk şekerinden karlar yağdırır, yıldızlardan galaksi kurar! Bir kız çocuğunun gözünde babası, bu kadar heybetlidir işte! Henüz babayla kız çocuklarının arasındaki bu tılsımlı bağın sırrı çözülememiştir. Bazı rivayetler vardır, ama bence bu sır her baba-kız arasında değişkendir.
Daha küçücükken, parmaklarımı babamın parmaklarıyla eşleştirmeye çalışırdım. Aradaki fark karşısında hayretten gözlerim kocaman oluverirdi. Boyumla beraber karış karış büyüyordu ona olan hayranlığım. Sözleri belli edemese de gözleri anlatıyordu kızına olan sevgisini. Yanımda olamadığı zamanlarda gölgesi kol kanat geriyordu. Okula gönderirken cebimden harçlığımı, baş ucumdan duasını eksik etmezdi. Dua mı? Ah işte! O nasıl bir iksir, ne bulunmaz bir deva! Hiç unutmam, üniversite sınavından sonraydı, tercihler açıklanmamıştı henüz. Tercihlerimin ilk sırasında Marmara Üniversitesi vardı. Sınavın sonuçları açıklanana kadar her gün bana, “Merak etme! Marmara olacak, oraya gideceksin.” derdi. Baba duası işte! Sonuçlar gelmiş ve ben Marmara Üniversitesine kaydımı yaptırmak için yine babamın elinden tutup gitmiştim.
Yıllar sonra uzak diyarlara yolcu ederken, “Elbette gitmen gerekir, öğrendiklerini başkalarına anlatman gerekir!” diye el sallayarak veda ediyordu. Otobüsün penceresinden görünen eli hızla küçülmeye başlıyordu. Ayrılığı kimse istemezdi, ama bir gayesi varsa beklerdi işte baba da kız da! Yeter ki o ayrılık âhiretin yamaçlarında olmasın! Hatta her seferinde, “Dünya fani be kızım, hepimizin günleri sayılı. Asıl olan ötelerde beraber olmak!” der dururdu babam. Ayrılık acısı Hazreti Fatıma’yı (radıyallâhu anha) da üzmemiş miydi? Babası, İki Cihan Serveri olan Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem) ölüm döşeğinde yatarken Hazreti Fatıma ağlıyor, ayrılacağı için üzülüyordu. Tâ ki Efendimiz, Hazreti Fatıma’nın kulağına, “En yakın zamanda sen de benim yanıma geleceksin.” diye fısıldayana kadar. Fatıma annemiz, gülümsemeye başlamıştı. Ebediyette sevdikleriyle, biricik babasıyla beraber olacaktı.
Şimdi biz de bir masalın içine düşmüştük âdeta. Bilinmeyen bir yerde meçhule giden bir zamandaydık. Işıklar açıkken bile karanlık bir anda tutsak kalmıştık. Senin bileklerindeki zamansız pranga, benim ayaklarımı esir alıyordu. Sen doğduğun topraklarda hicretteydin, bense dilini bilmediğim bir kıtada. Hangisi daha zor ola ki? Fark etmeden yaşananlar, bir lokma gibi boğazımda düğümlenip kalmıştı. Yıllar geçiyordu hatırlamak istemeyeceğimiz olayların üstünden ya da geçip gittiğini sanıyordum. Bir gün eve giderken tramvayda dinlediğim bir şarkı, aniden içimde sisli kalan naraları dışarıya çıkarıverdi. İşte o an, zaman hükümsüzleşmişti. Yüzüme vuran soğuk hava mıydı yoksa kadranların ibresi mi titriyordu?
Zindan iki hece olsa da gönderdiğin mektuplardaki “Görüldü!” damgası bir hece daha ağır basıyordu sızlayan tarafıma. Penceremin önündeki ağaçlardan anlıyordum sonbaharı, ilkbaharı. Dökülen yapraklar hem sensiz geçen yıllarımı silip süpürüyordu hem de senin bana geleceğin günlerin habercisi oluyordu. Farklı yerlerden baksak da gökyüzüne, masmaviydi bizim dualarımız! Berrak, duru ve tertemiz bir babanın gözlerinden süzülüyordu arza açılan eller. Aynı semanın Yaradanına ulaşıyordu sözcüklerimiz.
Bir varmış bir yokmuş diye başlanırdı masallara. Kötüler yenilir, iyiler kazanır, Kaf Dağı aşılır, babalar ve kızlar kavuşurdu masalın sonunda. Öyle de olmamış mıdır? Çünkü başka türlü bitmesine razı gelmez babaların gönülleri. Sana yazdığım mektuplar da bana anlattığın masallar gibi. Tek farkı belki de sana anlattıklarım ulaşana kadar zamanı biraz oyalamakla uğraşıyorum. Ben biraz oyunbozanlık yapıyorum. Mektupların sonuna yaklaştıkça, buğulanmış pencereler gibi oluyor gözlerim. Köpüren dalgalara karşı kürek çekiyor yüreğim.
Bugünlerde özlem sokaklarında dolaşıyorum. Nerede olsa tanınır bu ince sızı. Boyumdan büyük endamı, keskin kokusuyla karşılar sizi. Lakin engel değildir bize, bilakis yağmurdan sonraki gökkuşağı gibi sevindirir bizi. Çünkü biliriz ki bu yolda kavuşmalarımız ve gülüşlerimiz müebbettir!