Son beş hatta altı yıldır hayatım öyle zor ki… Bazen nefes alamadığımı hissediyorum. İnsanlardan kaçmıyorum belki, ama yakın durmaktan da hoşlanmıyorum. Hâlbuki çok girişken, çok neşeli ve cıvıl cıvıl bir insanım ya da öyleydim mi demeliyim, bilemiyorum. Bildiğim tek bir şey var, bu bunalımlardan dolayı yalnız kalmak isterken daha çok bunalıyorum.
Doğup büyüdüğüm ülkeden dilini ve kültürünü bilmediğim bir ülkeye gelmek… Yıllarca emek vererek elde ettiğim mesleğimden kopup bir anda yardım alan bir duruma düşmek… Sadece bir şişe süt almak için gittiğim markette, süt reyonunu bulamayınca yaşadığım stres bile boğuyordu beni.
İyi yanları da var, inkâr edemem. Mesela yaşadığım yerin kültürüne dair öğrendiğim her bilgi beni öyle şaşırtıyor ki! Bunlar benim rüyalarımın ötesinde şeyler… 15 günde beş ülke gezeceksin deselerdi bana bundan beş yıl evvel, inanamazdım.
Yaşadığım bu güzelliklere rağmen, kendi dilimde konuşamamak, yeni bir meslek arayışına girmek, dil öğrenmek, “Eğitim hayatım bitti, rahat ederim.” derken öğrenciliğe geri dönmek, bitmek bilmeyen sınavlar, posta kutusuna atılan resmî mektuplar, doktora gitmek zorunda kaldığımda yaşadığım sancı, “Ya kendimi ifade edemezsem!” korkusu, sürekli birilerinin hayatının ne kadar zor olduğundan bahsetmesi, karabasan gibi üzerime çöken çaresizlik ve tükenmişlik hissi… Zaman zaman stresten uyuyamıyorum, kimi zaman da sabah yataktan çıkmak istemiyor, yorganın altına saklanıyorum.
Yapabildiğim ve beni rahatlatan şeylerden biri okumak… Bir gün bir yazıda ıstakozlar ile ilgili bir bahis okudum. O güne dek hiç duymadığım bilgiler öğrendim ve hayranlıkla birlikte hayret ettim.
Meğer ben de bir ıstakozmuşum!
“Nasıl olabilir bu?” dediğinizi duyar gibiyim. Hayır, ben Kafka değilim, ama ruhen bir ıstakoza benzediğimi fark ettim.
Hemen konuya açıklık getireyim. Istakozların büyümesi çok ilginç… O zor kırılan kabukları belli bir noktaya kadar büyümelerine fırsat veriyor, ama neticede bu canlının büyümesi devam ediyor ve kabuğunu kırıp çıkması neredeyse imkânsız gibi görünürken bu varlıklar sıkışıp kaldıkları kabuklarıyla kendilerini bir kaya parçasının ardına saklayıp herkesten uzak tutuyorlar.
O esnemeyen, genişlemeyen kabuğun içinde, kuytu bir köşede usulca acısını çekiyor, sabırla olgunlaşmayı bekliyor. Süreç birkaç gün hatta bazen daha fazla sürerken bu hâdise bir kerede de bitmiyor. Her büyümesi gerektiğinde aynı sancıyı ve aynı kaçışı tekrar yaşıyor ve yaşadıkları onu daha güçlü kılıyor.
Öyle tek başına, en çaresiz kaldığı anda, kâinatın muhteşem bir düzenle yaratıldığına güzel bir misal olarak sıkışıp kaldığı kabuğundan kurtulup yepyeni, eşsiz kabuğu ve güçlenmiş bedeni ile diğerlerinin arasına geri döndüğünde, onu tanımakta zorlandıklarından eminim. Kim bilir belki aynada görse o bile şaşırır yeni hâline.
İşte ben de kendimi o kabuk değiştirmek üzere olan ıstakoz gibi hissettim. Acı çekiyorum, sancılarım var ve sıkışıp kaldım. “Ne oldu da her şey yolunda iken bu acıları çekiyorum şimdi? Neden sıfırdan başlamak zorundayım? Kimseyi görmek, kimseye yakın olmak istemiyorum.” derken büyümeye, gelişip daha iyi olmaya çalıştığımı fark etmemi sağladı bu olay.
Biraz daha sabretsem eminim ortaya çok daha iyi bir ben çıkacak. Yeni bir dil öğrenmiş, katma değer üreten ve insanlara faydalı olmaya çalışan bir insan… Yaşadıklarım hayatıma yepyeni bir bakış açısı kazandırıp kendime doğru yolculuğuma da zemin hazırladı. Sabırla yeni kabuğuma kavuşmayı bekliyorum şimdi.