Gündüz, gösteri sırasını geceye bırakmış ve başka diyarlara yolculuğa çıkmıştı. Gecenin karanlığı, gökyüzündeki yıldızların ihtişamı, serin esen rüzgârın raks ettirdiği yaprakların hışırtısı ve küçük bir kızın neşe dolu kahkahası etrafta hâkimiyet sürmekteydi…
Kırmızı çatılı evde her zamanki gibi bir uyku öncesi telaşı vardı. Küçük Pınar yine uyumamakta, annesi ve babası ise onu uyutmakta ısrarcıydı. Minik haylaz, bir koltuk tepesinden diğerine atlıyor ve annesi ile babasının yüreğini ağzına getiriyordu. Gecenin bu saati olmasına rağmen böyle bir enerjiye sahip olması şaşılacak şeydi doğrusu.
“Uyku vakti çoktan geçiyor küçük hanım. Artık yatağa!” diye söylendi Pınar’ın ciddi olmayı maalesef başaramayan babası. Zaten bu şirinlik abidesi kızın karşısında ciddi ve sert olmaya çalışmak hiç de kolay değildi. İlle ne yapar eder yine kendi istediğini kabul ettirir veya ortamdaki negatifliği anında pozitife çevirirdi. Öyle güzel bir enerjisi, neşesi vardı bu miniğin.
Kızının bütün şirinliklerine rağmen bu sefer babası ona boyun eğmeyeceğe benziyordu. Olabilecek en ciddi yüz ifadesini takındı ve bir kez daha minik Pınar’a uyarı gönderdi. Bu sefer çoğu ebeveynin kullandığı şu cümleyi eklemeyi de ihmal etmedi: “Uyumazsan büyüyemezsin!”
Uykusunu alması gerekiyordu, en nihayetinde yarın gitmesi gereken bir okulu vardı. Zaten harfleri yeni yeni öğrenmeye çalışıyordu.
Pınar enerji dolu olsa ve etrafa neşe saçmaya devam etse de annesinin onu yönlendirmesiyle odasına doğru ilerledi. Babasının, “Uyumazsan büyüyemezsin!” sözü onu düşüncelere sevk etmişti, bu yüzden annesinin işi daha kolay oldu.
Bir kez daha camdan dışarı yıldızların güzelliğine ve sokakta gezen sevimli kediye bakış attı ve yatağa girdi. Annesi tam üstünü örtüp gidecekti ki küçük Pınar dayanamayıp soruverdi:
“Anne, neden büyümek bu kadar önemli?”
Bu soru Pınar’ın annesini şaşırtmıştı. Bir süre düşünüp: “Hayatımızın bir parçasıdır büyümek. Doğumla birlikte büyümemiz de devam eder. Büyümek gayelerimizi gerçekleştirme konusunda bizlere yardım eder. Eğer büyümek istiyorsak birçok şeyi yerine getirmeliyiz, uyumak da bunlardan biri! Bu yüzden şimdi uyku vakti.” dedi ve sohbeti bitirmek istedi, ama Pınar bir soru daha sordu:
“Ya büyümek istemiyorsam?” İşte bu soru annesini gerçekten afallatmıştı.
“Neden benim küçük afacanım? Büyüyünce yaramazlık yapamayacağından mı korkuyorsun?” diye devam etti annesi esprili bir şekilde.
“Hayır, ciddi olmaktan ve hayalet gibi yaşamaktan korkuyorum!” dedi. Gece gibi parlayan gözlerinde gerçekten de bir korku belirmişti.
“Onu da nereden çıkardın bakalım?”
“Büyük olan herkes çok yoğun ve üzgün görünüyor. Hiç kimse gerçekten gülmüyor veya eğlenerek bir şey yapmıyor. Hepsi robot gibi…” diye mırıldandı.
Annesi minik kızının böyle bir düşünceye kapılmasına şaşırmıştı, ama aslında Pınar haksız da sayılmazdı.
“Niçin böyle düşünüyorsun?”
“Hangi büyüğe baksam hep ciddi. Mesela sen… Neşeni kaybetmiş ve stres küpüne dönmüş gibi gözüküyorsun. Babam da çok meşgul ve yorgun oluyor. Öğretmenim bile çoğu zaman çok ciddi, bize karşı neşeli gözükmeye çalışıyor, ama hareketlerinin gerçek olmadığı anlaşılıyor. Sonra fırıncı amca var, o da her ekmek almaya gittiğimizde sorunlarını anlatıyor, bakkal amca da öyle… Hepiniz üzgün, yorgun ve robot gibi görünüyorsunuz. Ben de öyle olmak istemiyorum. Ben neşeli ve sorunsuz olmak istiyorum.” dedi kendisi minik, ama görüşleri devâsa olan Pınar.
Annesi Pınar’ın bu sözlerinden sonra gerçekten de kendisinin ve insanların hayatın endişesine ve telaşına kapıldıklarını, gerçek gayelerini unuttuklarını fark etti. Dünyayı bir araç değil de bir amaç hâline getirdiklerini, onun için endişe duyduklarını ve gelip geçici şeyleri kazanmak için çabaladıklarını…
Pınar’ın söyledikleriyle sarsılan annesi derin düşüncelere daldı. O da birçok insan gibi kendini bu dünya nimetlerinde kaybedenlerdendi. Hayatın sorunları karşısında o kadar dik bir şekilde duramayanlardan, dertleri yüzünden gerçek amacı unutanlardandı. Bu kaybolmuşluğa ışık tutacak pırlanta gibi bir evlada sahip olduğu için kendini çok şanslı hissetti. Bakalım, dünyanın fâni ve aldatıcı yüzünden uzaklaşıp bu fırsatı değerlendirebilecek miydi?