Çevremdeki insanlara yardım eden dostlarımdan birkaçının kahramanlıklarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yardım denilince halk arasında çoğu zaman anlaşılan para yardımıdır. Benim burada sizlerle paylaşacağım sadece maddî yardımlar olmayacak, şu dönemde ihtiyaçlara göre her türlü yardımı yapmaya kendini adamış mefkûre kardeşlerinin birbirlerine destekleri de olacak.
Biyolojik kardeşlik, aynı anne babanın çocukları için kullanılır, ancak bunun verâsında özel şart ve zamanlarda ortaya konulan bir hâl vardır ki biyolojik kardeşliğin ulaşamayacağı bir boyuttadır. Bunun adı “iradî kardeşlik”tir.
Bu bazen kışın okula giderken arkadaşıyla paltosunu paylaşmak, bazen hapishanede yatağını arkadaşına vermek, bazen nehre düşen talebesinin ardından atlayıp onu kurtarırken kendini feda etmek, bazen de kendine düşen tabaktaki meyve fazla diye arkadaşının haberi olmadan tabağını onunkisi ile değiştirmektir.
Bazen onu bir hastane kapısında bir ablasına veya ağabeyine tercümanlık yaparken görürüz. Bazen bir kardeşi için yabancı dilde bir dilekçe yazar, bazen de tercüme edilmesi gereken bir sayfa resmî belgeyi tercüme eder. Yüzündeki çizgilere bakıp bunu yaparken ne kadar haz aldığını ve konuşmalarından, o işin bitiminde ne kadar mesrur olduğunu anlayabiliriz.
Bazen onu bir aileye bir kâse ümit verebilmek için çayını içerken görürüz, çocuklarının başını okşar ve gurbet ellerde morallerini ayakta tutmak için elinden gelen her şeyi yapar.
Yine bazen bir lokantada, gurbette kendini yalnız hisseden bir aile ile yemekte görürüz. Amaç yemek değil, onları ümitle doyurmaktır. Karşısındakiler kardeşimizin ağzından çıkanları âdeta havada kaparlar. Bunu iyi değerlendirir ve insanlara ümit aşılar. Yine hoş bir seda ile oradan ayrılır.
Bazen imkânı olmayan bir kardeşine internetten bir şey satın alır, işini hızlıca halleder, “Sonra ödersin.” der, dediğini de unutur, “Benim böyle bir alacağım yoktu, yanlış biliyorsun.” deyip meseleyi kapatır.
Bazen bir gencin annesi ve babası ile konuştuğunu görürüz: “Hiç endişe etmeyin, sizler burada olmayabilirsiniz, ama çocuklarınız bizim çocuklarımız, onlar bize emanet.” Ailenin mutluluğuna diyecek yoktur. Evlatlarına; “O abine ve ablana da selam söylemeyi unutma emi!” derler. Arkadaş bunu beklemez, ama yine de bu güvenden mutlu olur.
Yine bir zaman beraber kaldığı bir arkadaşı evlenecektir, çok da bir şey yapmamıştır, nişanlıları bir iki kez yemeğe götürmüş, onların dertleri ile dertlenmiştir, o kadar. Bir gün arkadaşı şöyle der: “Abi, nişanlımın bir düşüncesini sizinle paylaşmam lazım. ‘Evi bir oda fazla tutalım, abimiz de bizim evde kalsın.’ diyor.” Kabul etmesi mümkün değildir, ama bu tekliften çok etkilenir. Bu Ensar Muhacir anlayışı değildir de nedir Allah aşkına!
Bütün bunları yaşarken onun da gönlü memleketinden gelecek iyi haberlere müştaktır, ama neylersin, biraz daha sabredecek, bekleyecek; ailesinin ve kendisinin hastalıklarını heybesine koyacak, kaderin kendisi hakkında vereceği karara boyun eğecek ve Kur’ân’ın şu muhteşem muştusu ile gönlüne inşirah gelecektir: “De ki: ‘Herkes beklemede! Siz de gözleyin bakalım! Doğru yolu tutanların, hidâyete erenlerin kim olduğunu yakında anlayacaksınız!’” (Taha 20/135).
Rabbim bekleyin diyor, neden beklemeyelim ki? Ümitsizliğe düşecek hiçbir şey yok, vesselam…
“Ümitlerin darbelendiği bir dönemde en önemli babayiğitlik, başkalarına ümit kaynağı olup solmuş iradelere fer verebilmektir.”[1] demiyor mu ızdırap kahramanı…
Dipnot
[1] Abdullah Aymaz, “Çağın En Mağdur ve Mazlumundan”, www.samanyoluhaber.com/yazar/safvet-senih/cagin-en-magdur-ve-mazlumundan/1287008/