Deniz Dalaman Genel Kültür Kasım 2022

Tez Canlılıkla Anlaşma

İnsan hissettiklerini kaydedebilir mi? Bir makinesi var mıdır acaba? Araştırsam bunun psikolojide mutlaka bir karşılığı çıkar. Biraz daha kurcalasam, yapılmak istenilen insanımsı robotlara aktarmak için bunu da düşündüklerini, çalıştıklarını hatta bunun için belki bir uygulama geliştirdiklerini bile bulabilirim. Ama benim derdim şimdi bunlar için icat edilmiş şeyler değil ki! Ben, “Ne hissediyorum, nasıl hissediyorum?” onu merak ediyorum. “Hissettiklerimi nasıl yorumluyorum? Bu yorumlar bana ne ölçüde iyi geliyor?” Bunları keşfetmeye çalışıyorum. Aslında hisleri ile başı dertte olan biri değilimdir. Hislerimle barışık, hâllerini hatırlarını sorup iyi geçinen biriyimdir. Bir teki hariç! Bu his acayip bir şey… Onu anlatacak başka bir şey bulamayacak kadar ilginç… Galiba doğru kelime ilginç olmalı, ama gel gör ki ben acayip demeden edemiyorum. Sanki böyle daha bütüncül, daha benimsetici ve daha bana hasmış gibi geliyor.

Bu hissi tanımlamaya gerek yok, çünkü tanıtmaya adı yeter. İşte sahnede kendileri: “tez canlılık”. Bir heyecan ki ayakları yere basmıyor. Önceleri bir daldan dala uçardı. Ayna karşısına geçip aksimin yerine tez canlılığımı karşıma alıp konuşmam ile duruldu biraz. Duruldu derken artık belli bir konu olmadan heyecanlanmıyor en azından. Eskiden hareketli bir müzik olsa yerinde duramaz, müziğin rengine boyanırdı. Yolda yürürken beni âdeta uçururdu, durduğumda yorulduğumu anlardım. Şimdi bebeğim sağ olsun enerjimin büyük kısmına talip olduğundan, tez canlılığıma kalan enerji, günün diğer kısmını bitirmeme yetiyor. Onu besleyen şeyin enerjim olduğunu da böylece keşfetmiş oluyorum. Tez canlılık şimdi iyi bir şey gibi oldu böyle anlatınca. Bazen iyi oluyor tabiî, ama bazen de hüsran… Mesela yemek yaparken mutfakta işim bitmiş, geriye yemeğin pişmesi kalmışsa, elimde bir iş olması lazım, yoksa yemeği ya hızlı pişsin diye harlı ateşte yakarım ya da tam pişmiş olmaz. Bu yüzden sabırsızlığımın kaynağı tezliği durdurmak için iş olmalı elimde. Annelerin evde her işe yetişmelerinin sırrı buradan geliyor olmalı. Ya her annenin içinde tez canlılıktan biraz var ya da iyi bir iş planı yapıyorlar. Ama benimki iyi yapılmış bir iş planı değil.

Bugünlerde heyecanla ilerleyen bir işle meşgulüm. O kadar heyecanlı geçiyor ki temelde bu iş varmış da geri kalan her şey ekstraymış gibi oldu. Uyumak bile bugünlerde beni bu işten alıkoyduğu için tatsız gelmeye başladı. Hızlı okuma teknikleri de bence benim gibi tez canlı birinin buluşu olmalı. Araştırsam neler bulurum neler, ama şimdi zihnimi bununla dağıtamam. Bak yine oldu, ne anlatıyordum, nereye gitti konu. İşte hep böyle oluyor, bir şey anlatırken bir diğer şey doğuyor. Sonra o da başka bir şeye kapı açıyor; derken düşünceler arasında gezinip duruyorum. Kırk milyon cümle kurulup dağılıyor. Tam yakaladım dediğim sırada benimle eğleniyor gibi kol kola halaya tutuşup “pır” uçuveriyorlar. Bu yüzden her yerde kâğıt kalem hâzır ve nâzır. Lakin kâğıdı kalemi elime alınca silinip gidiyor başımın üstünde halay tutan ekip.

“Neyse!” deyip ocak başına geçiyorum. Elimde bıçak, soğan doğrarken “cee” yapıveriyor biri. “Oo hoş geldin, otur hele soluklan.” diyorum. Önce elime bakıyor, kolay kolay bırakılacak iş değil, gözüm de hafiften yaşarmış durumda. Anlıyor ki onu yakalamam mümkün değil. Başlıyor kendinden söz etmeye. “Bak, ben aradığın konu için çok idealim. Süper kahramanlar (!) nasıl doğuyor sanıyorsun?” diyor. Elimde iş, gözümde yaş, “Ya öyle mi?” diye ürkütmemeye çalışıyorum. Derken tez canlılığım karışıyor. “Daha ne duruyorsun, yakala şunu, bak kaçacak elinden.” “Hişt! Dur şimdi ne acelen var? Kendini bir açsın, bir yolcuk edelim şununla, belki razı olur, kendi gelir, dökülür satırlara.” desem de burun kıvırıyor bana. “Çok sıkıcısın. Yakala bunu önce, sonra gerisi de gelir.” “Azıcık sabır lütfen.” diyemeden meydana çıkıveriyor tez canlılık. “Ee sen başka ne biliyorsun ki benim konum hakkında?” deyiveriyor. Şuna da bak hele, nasıl da sahiplenmiş “benim” falan! Sanki o kadar fikri kaçıran kendisi değilmiş gibi. Şöyle bir kenara çekilse zaten hâlledeceğim ben.

“Bırak soğanı, bıçağı. Koş kâğıda kaleme!” Daha fazla bu emre karşı gelemeyeceğimi anlayınca işi bırakıveriyorum. Tez canlılık sohbet etti, ben de yazmaya başladım, derken zaman geçmiş. Yemek yarım kaldı, bebeğim uyandı, ailenin diğer fertlerinin okuldan dönüş saati geldi. Ben masa başında, kâğıt ve kalemle, hep bir ağızdan konuşan fikirleri dinliyorum. Derken kâğıdı çevirince çıkan sesten sonra bir anda ortalık sessizliğe bürünüyor. Bütün fikirler susmuş, hararetle tartışırken yakalandıklarını yeni anlıyorlar. Tez canlılığım tahtından emrediyor, “Durma, devam et. Bu kadar fikir uçmadan ne yakalarsan kâr.” diyor. O kadar heyecanlı ve aksiyonlu geçiyor ki kolum ağrıyor ve bir an geliyor, her şey duruyor. Sanki az önceki cümbüş hiç yaşanmamış, bu kadar şey hiç aklımın kıyısına köşesine ulaşmamış gibi oluyor.

Biraz yorgun, biraz mahzun, kalemi masaya bırakıyorum. Tez canlılığıma baksam, daha fazla yakalayamadım diye bana kızacak! Başımı ona çevirmeden gizli gizli seviniyorum. “Şimdi biraz dinlenip annelik vazifelerimle meşgul olmak istiyorum.” diyorum. Göz ucuyla bakıyor: “Tamam tamam, biraz yorulmuş olabilirsin, ama zihnin çalışmadığına göre fiziksel işler için aksiyon lazım. Ne de olsa ikisi de ayrı şeyler. Hem hatırlatırım, dinlenmenin en iyi yolu bir işten yorulunca başka bir işe yönelmektir.” Artık konuşmak iyi olacak deyip dönüyorum.

“Sevgili tez canlılığım, seni anlıyorum. Bir işe başlayınca hemen sonuçlansın istiyorsun, ama öyle olmuyor. Hem olgunlaşmamış meyvenin tadını sevmezsin ki. Emek verip besleyip büyütüp sonra erkenden dalından kopardığın meyve için çok üzülüyorsun. ‘Keşke başka işle meşgul olup onu unutmuş gibi yapsaydım!’ diyorsun. Üstelik bir işten yorulunca başka işe geçmeyi, âlemleri yoktan var eden yüce Rabbimiz İnşirah sûresinde emrediyor. Bu bize bir düzen içerisinde hayatı verimli hâlde değerlendirmek için verilmiş bir formül. Aynı zamanda sabretmek de her işin olgunlaşması için gerekli bir vasıf. Bazen zor, bazen aksiyonlu, bazen de yorgun geçen zamanlarımızda sabırlı olmak bize bilmediğimiz nice güzelliklerin kapısını aralıyor. Hadi gel, sabrı da kolumuza takalım. Beraber çok güzel yol alacağız.” “Hım, öyle mi?” diyorsun. Tereddütle soruyor, “Güven bana, pişman olmayacaksın.” diyorum kendimden emin bir şekilde. “Peki, ama hep olgun meyve isterim ona göre!”

Sözlüklerde tez canlılık “acelecilik” diye tarif edilse de bana düşünceden aksiyona geçerken âheste davranmamak gibi geliyor. Hızlı iş yaparken çok hata yapılıyorsa acelecilik ve dikkatsizlik vardır demektir. “Acelecinin harmanında en çok bulunan şey hatadır.”[1] Tez canlı olmak, özentisiz iş yapmak için mazeret olmamalıdır.

Kıssadan hissemi alıyorum: İnsan himmetini âli tutmalı. Heyecan, şevk ve gayretle dolup taşmalı. Ancak fikirlerini istişareyle, disiplinle ve temkinle icraata dökmeli ve tez canlılığının kaliteden taviz istemesine fırsat vermemeli.

Hikâyemizin sonuna gelirken gökten üç elma düşmüş: Biri tez canlılığıma, biri fikirler cümbüşüne, biri de bu yazıyı okuyanlara…

Dipnot

[1] M. Fethullah Gülen, Ölçü veya Yoldaki Işıklar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 220.