Aralık 2022 Edebiyat Zeynep Selma Güney

Umuda Yolculuk

Mevsimlerden yazı yedinci kez geçiriyorduk bu tarih kokulu şehirde. Dördüncü yazımızda anlamıştık artık; olaylar hızlı düzeleceğe benzemiyordu. Bugünün dünden farkı yoktu. Günler birbirlerini kovalarken aslında adım adım yaklaşıyorduk hayal zannettiğimiz hayatlara…

Yedi yıl önce gelmiştik bu tarih kokulu şehre. Geldiğimizden bir yıl sonra ülkemizdeki problemler, artık sadece yurt içinde değil yurt dışındaki insanların hayatlarını da etkilemeye başlamıştı. Süresi biten pasaportlarımız yenilenmiyordu. Hatta çevremizde pasaportları çalınanlar da olmuştu. Güvensizlik etrafta kol gezerken bizler üniversite çağına geliyorduk. Eğer biz okumaz isek “Dünya daha ne kadar beter bir hâl alacak?” düşüncesinin de ötesine geçip bu kötü hâli yaşayabilirdi. Bu yüzden babalar vardır bu dünyada; zorluklara göğüs gerip çocuklarını okutacak babalar.

Günler, haftalar, aylar ve yıllar geçti! Fırtınadan geriye kalanlar gibi, herkes sessiz ve sakin bekliyordu güneşi… Vuslat anını! Bir yol, bir dava ve bir inanç vardı. İnsanlar yola çıkmıştı ve geri dönülmezdi, dönülemezdi. Gidilecek tek yer, varılacak tek liman O’nun rızasıydı.

Gönül bu, hüzünlenmemek elde değildi. Bir bir kayıp gidiyordu sevdiklerimiz sanki elimizden. Tek çare sabırla beklemekti. Bizler umutlarla dolu bir geleceği sabırsızlıkla beklerken vicdansız kaldı insanlar. Asırlardır aynı döngü. Zalim amacına ulaşamadı ve bu dava hak, yıkılmadı!

Uzun bir bekleyişin ardından bir Ramazan sonrası sona ermişti bu bekleyiş. Mahkemeyi geçtik ve birkaç ay sonra da aile birleşimimiz kabul oldu. Her defasında umut olacak ufacık bir işaretti aranılan! Bugün de mahkemenin hayırla sonuçlanmasıydı umudumuz. Beklerken aile olduk tüm ayrı kalanlarla, bağlandık birbirimize daha bir sıkı. Artık komşu çocukları değildik sadece, aynı kaderi paylaşan kardeşler olduk…

Tarih tekerrürden ibaretken geri dönüp bakmak neden bu kadar zordu? Umudumuz ölmedi! Bizler sığınmıştık Hakk’a! Sonsuz kudret sahibi Yaradan’a. O “Ol!” der ve olur olamayacak sandığımız her şey. Değil mi ki ümit inançla doğru orantılı.

Bizler bir avuç insan, kader bizi buluşturmuştu aynı ülkede ve tek bir yürekti içimizde atan! Ne zaman yağmur yağsa çıkardık hepimiz bir bir sokağa ve koşardık birbirimizin ardından durmaksınız. Bize gönlünü açan bulutlara ağlardık, gülerdik ve kaldırırdık kollarımızı semaya. Bir bereket idi yağmur ve huzurdu ruhlarımıza. Tıpkı yağmur gibiydi…

Akın akın yağdı göç yağmurları Mısır’a. Türkiye’de yağan yağmur Mısır’da verdi semeresini. Ne çok şey öğrendik yağan o güzel insanlardan, hayatlarından. Onların torunları, çocukları uzaktaydı, bizim ise dedemiz, ninemiz. Ayrılık tamamladı bizi ve ayrılıkla yeniden birleştik biz. Hava hasret kokarken birlik ve beraberlik dağıtmadı mı o matemi?

Bir kardeş ailemiz vardı. Bir insan hiç mi “uf puf” demeden sadece Allah rızası için insanların yaralarına bu denli merhem olurdu? O kırmızı araba bizimle eskidi. O çocuklar bizimle anne ve babasını paylaştı. O insanlar zamanlarını bizim umutlarımız uğrunda göz kırpmadan harcadılar. Pasaportlarının süresi geçmişti ve ülkelerine gidemedikleri için isyan etmiyorlardı. “Rabbim bizden burada razı ise buradayız biiznillah.” diyorlar ve aktif bir sabır sergiliyorlardı. O zaman anladım ki “umut” hep vardı! Umutsuzluk nankörlük olurdu. Bizim isyanımız bu insanlara hakaret olurdu.

Bir gün en büyük ikilemi yaşayacağımız o anlar gelip kapımızı çaldı. Son bir hafta ve havada hem ayrılık hem de kavuşma kokusu vardı! İnancı olanın ümidi tükenmez. Çıktık yollara, daha da uzaklara ve kalbimizi bırakmıştık anılarla dolu bu diyara. Ayrılmak neden bu kadar acıydı senden Mısır? Mehmet Akif’e sen açmıştın kapılarını; kâinatın Efendisine (sallallâhu aleyhi ve sellem) arkadaş olan sahabîleri sen ağırlamıştın. Kaç şehit tohumu bıraktık senin toprağına? Daha vuslat bulmamış kaç firak gömüldü o topraklara! Yılların yuttuğu evlat hasreti, vatanından ayrı, sevdiğinden ayrı bir gönül var senin toprağında. Onları emanet ettik sana.  Hatırlıyordum da basarken o kornalara gurbette, kaç yetim girdi dünya evine ve bugün o sokaklarında çalınan kornalar bizi yolcularken biz göçüyorduk kaçıncı gurbetimize. Her bir kavuşma için yaşanmalıydı önce ayrılık. Ben kavuşurken aileme, ayrılıyordum dostlarımdan.

Sarıldık dostlarımıza belki de son bir kez defa. Bir saate kaç duygu, kaç insan, kaç gözyaşı ve kaç yağmur tanesi sığmıştı. Unutmamalıydım aslında; umutlar ölmezdi ki! Bir saat boyunca acil durum anonsu ile bekletildi uçak! Umutlarımızın saklı olduğu geç kalınmış uçağa doğru koşarken dizlerimde derman kalmamıştı ama bolca gözyaşı vardı. Anladım ki her an Yaradan’a umutla teveccüh etmeli.

Bu yaşananlar bir bebeğe gebe ve şiddetli bir doğum sancısının ardından doğduk bu yeni şehrimize. Anladım ki bizim içimizdeki bu inanç ve bu ümit bir tohum misali atıldı bu topraklara, yeni bir sayfa açıldı. Satırların arasında sevgi, huzur ve umut olan bir sayfa.