Yavaş yavaş şuurum yerine geliyordu. Gözlerime ilişen buğulu görüntü, içimde ürperti ve heyecan hissini aynı anda uyandırdı. Daha önce görmediğim bir aracın içinde hızla yükseliyorduk. Geceleri uykuya dalmadan önce hayal ettiğim o bulutların arasında, henüz onları temaşa etmenin verdiği sevinci sindiremeden yeni hayallerin vuku bulmasına şahit oluyordum.
Artık şuurum yerine gelmiş, gözlerim yerlerinden çıkacakmış gibi büyümüştü. Gördüklerimi idrak etmeye çalışıyordum. Araç yavaşlayıp durdu ve kapı açıldı. Ayağımı bastığımda zeminin taşlı olması sebebiyle sendelerken içime çektiğim havanın tozlu olduğunu öksürmeye başlayınca anladım. Geldiğim yere dönmek istesem de bu sarı ve tozlu diyarda beni çeken güçlü şeyler olduğunu hissettim. Yürümeye başladım.
Yürüdükçe etrafımda, 10-15 beş katlı binaların, henüz boyanmamış tuğla kulelerin, her katta kendine has renkleri olan balkonların ve istisnasız her pencerenin panjurlu olduğu dairelerin arasında yürürken buldum kendimi. Arabaların geçtiği bu ara sokaklar epey genişti, ama apartmanların iç içe girdiği bu mahallerde olağanüstü bir hâl söz konusu olmalıydı. Bir apartmandan ötekine doğru gerilmiş olan süslemeler bütün şehri kaplamıştı. İçimdeki şoku atlatamadan, şimdi bu süslemelerin merakı sarmıştı beni.
Kartonlardan inşa edilmiş bakkallar görüyordum; hepsi kırmızı ve üzerinde sarı, mavi ve beyaz işlemeleri olan örtülerle sarılmıştı. İlerledikçe diğer dükkanlarda ve evlerin balkon demirlerinde de bunların olduğunu gördüm. Kulağımda bir melodi yerini tutmuştu bile ve şehirdeki bütün radyolarda aynı ses yankılanıyordu. Sıcak ile kavrulmuş bu yerde, serinlik oluyordu bu ses. İnsanlar dışarıda bir sağa bir sola doğru koştururken gözle görülür bir şekilde fark ediliyordu bedenlerindeki yorgunluğun gönüllerindeki heyecana mağlup olduğu. Benim henüz keşfedemediğim o sır uğruna bir bayram, bir kutlama hazırlığı vardı bu diyarda.
Yürümeye devam ettim. Ulaştığım yeni yerdeki evler daha farklıydı. Üç dört katlı villalar vardı. Yürüdükçe hayretim artıyor ve her villadaki farklı süslemeleri müşahede ederken heyecanlanıyordum. Işıkları yanıp sönen kandiller asılıydı evlerin duvarlarında. Göz kamaştıran süslerin ışığı etrafa yayılıyordu. Akşam yavaş yavaş setrediyordu her yeri. Mehtap nurlu bir lamba gibi asılıyordu semaya. Arzda bayram vakti… Şimdi her minareden aynı seda, bir anda yükseliyordu semaya.
Bir sessizlik sardı etrafı. Ben yürümeye devam ediyordum. Etrafta boydan boya masalar vardı. Hepsinin üzerinde muhakkak temaşa ettiğim iki şey mevcuttu: Biri kuru kahverengi ve küçük bir meyve, diğeri sürahilerin içinde kızıllığıyla iştah kabartan bir içecek. Beyaz elbiseleriyle erkekler, renk renk elbiseleriyle kadınlar, tek bir istikamete doğru akın akın yol alırken kalbimin ritmi epey hızlanmıştı. Sesler kesildi ve şimdi yalın bir melodi yankılanıyordu sofranın başında heyecanla oturmuşların kulaklarında. Vazifesini erken eda edip sofraya dönenler o meyveden alıyordu birer birer. Sofrada çeşit çeşit taamlar, hepsi de birbirinden güzeller. Biri çıkmış terastan aşağı bakıyor, bu sessiz, ama arşa yükselen heyecanın yaymış olduğu âhengi seyreyleyip sofrasına geri dönüyordu.
O anda koluma bir el dokunuyor ve bana bir meyve ve bir bardak içecek uzatıyor. Sandalyelerin birine oturuyorum. İnsanı bu kadar mutlu eden şey, sadece yedikleri lezzetli yemekler olmamalıdır herhâlde diye düşünürken bedenim değil ruhum çıkıyor şimdi seyahate. Kafesinden çıkan ruhum, kuşlar gibi kanat çırpıyor.
Uzun bir yolculuğa çıkmış bu insanlar, kısa bir süreliğine gelmişler bu diyara. Omuzlarındaki onca yük, mecalsiz bırakmış onları. Koşmuşlar onca zaman bilmem neyin ardından, varamamışlar o menzile, yorulmuşlar. Perişanmış hâlleri ve birer birer bürümüş bu hastalık benliklerini. Etrafa saçılan ışıklar, yaraları için sargı bezleri imiş meğer. Kendilerini iyileştirmek üzere geldikleri bu yerde, şimdi bütün kötü şeyleri bırakıp heybelerini iyilik ve güzelliklerle doldurmaya başlamışlar. Her sene tekrarladıkları bu serüven, onları daha da iyileştirmiş. Bedenlerindeki yorgunluğu mağlup ettiren heyecan; ümitle kullandıkları bu devadan mütevellitmiş.
Ruhum hızla bedenime dönüyor yeniden. Sofra kaldırıldıktan sonra tekrar bir tatlı telaş sarıyor herkesi. Aynı sedalar yükseliyor bütün şehirde yeniden, çok daha yüksek ve çok daha uzun bu sefer. Aynı maksat için eller aynı anda yukarı kalkıyor ve dillerden aynı nida yükseliyor: Allahu ekber! Nasıl geçiyor bu mekânda bu kadar zaman, bilmiyorum.
Ellerimizi yeniden kaldırdığımızda uzun soluklu bir yakarış başlıyor. Bu seyahat yerini kamer ve yıldızlarla süslenmiş geceye bırakıyor. Cıvıl cıvıl çocuk sesleri kaplıyor şimdi bütün mahalleyi. Teraslarda yudumlanıyor çaylar, hoş sohbetler eşliğinde. Yeniden aynı seda çağırıyor herkesi. Otuz gün süren bu heyecan, seher vaktinde her tarafa yayılan tekbir ve tehlil seslerine bırakıyor yerini.