Dünya, Cemîl-i Zülcelâl’in kudret fırçasından damlayan desen desen çiçeklerle mücessem bir bostandır. Her biri ayrı rayihalı, her biri ayrı renkte raks eden çiçeklerin içinde bir çiçek vardır ki kalblerimize Cenab-ı Hakk’ın bin bir esmasına câmi ismini fısıldar: “Allah, Allah…”
Lale, Zambakgiller (Liliaceae) familyasından gelen, genellikle altı yapraklı bir çiçektir. Çan şeklinde geniş bir kadehe sahiptir.[1] Çiçekleri tek renkli ve pastel tonlarda olabileceği gibi, bazı çeşitleri çift renkli ve daha canlı tonlardadır. Laleler, İlahî rahmetle indirilen yağmurların bol olduğu nisan ayında emre itaat eder ve hikmetle açmaya başlar. Yağmurların kesilmesi ile başka bir İlahî emre uyar, yaprakları dökülür ve solar. Buna binaen laleler, baharı müjdeleyen çiçeklerdir.
Hiçbir şeyin tesadüfî olmadığı ve Bâni-i Zülcemâl’in[2] yarattığı dünya bahçesinde her şey birbiri ile bağlantılı ve iç içe geçmiştir. Tıpkı lale ve lafza-ı Celal’de olduğu gibi. Ne muhteşemdir ki bir lalenin içinde “Allah” adı pinhandır. Kelime olarak ele alındığında, lalenin (لاله) Arapça “Allah” (ﷲ) lafzına ait harfleri taşımakta olduğu görülür. Her ikisinde de bir elif, iki lâm ve bir gözlü he harfi yer alır ve her ikisi de ebcet hesabına göre 66 sayısına tekabül eder.[3]
Ayrı bir kıymet atfedilen ve bir sırr-ı mühim taşımak ile müşerref olan lale, Osmanlı’dan günümüze sanatta en çok kullanılan motiflerden biri hâline gelmiştir. Camilerin, çeşmelerin ve köprülerin ziyneti lale motifleri; ebrudan çini sanatına, seramikten kumaşlara, halı ve kilimlerden yapıların duvarlarına kadar her alanda karşımıza çıkmaktadır. 101 ayrı lale motifli çini ile süslenen Selimiye Camii bunun en kıymettar örneklerinden biridir.
Mimar Sinan’ın ustalık dönemi ve Osmanlı medeniyetinin şaheserlerinden olan Selimiye Camii, zarif tek kubbesi ve göklere uzanan yüksek, kalem gibi minareleri ile estetik duygularımızı cezbeder. Mimarî ve estetik açıdan emsalsiz olup Türk-İslam medeniyetinin Osmanlı İmparatorluğu’nda zirveye ulaştığı bir dönemde inşa edilen, ziyaretçiler ve sanat tarihçileri tarafından hayranlıkla izlenen tarihî cami, sahip olduğu muazzam önemin yanı sıra müezzin mahfilini ayakta tutan direklerden birinin üzerine kazınmış ters lale motifi ile de meşhurdur. Selimiye Camii’ni meşhur kılan, boynu bükük bu lalenin hazin bir hikâyesi vardır.
Rivayet odur ki Süleymaniye’nin inşasından yıllar sonra Mimar Sinan, dünyanın o dönemki tek büyük kubbeli camisi Selimiye’nin inşası için İstanbul’dan Edirne’ye gelir. Tamamlanması yedi yıl sürecek bu bedâat-i harikanın[4] inşasına başlandığında Mimar Sinan 80 yaşına merdiven dayamıştır. Çocukları büyümüş, hatta torunları bile olmuştur. Torunlarının arasında bir Fatma’sı vardır ki gözünün nuru, kalbinin neşesidir. Mimar Sinan İstanbul’dan uzakta Edirne’de geçirdiği gurbet günlerinde Fatma’nın hasretine dayanamaz ve kısa bir süreliğine de olsa onu yanına almak ister. O zamanlarda at sırtında İstanbul’dan Edirne’ye gitmek meşakkatli bir iştir. Mimar Sinan, çocuklarına haber gönderip Fatma’nın hasretinin kalbini kavurduğunu ve onu Edirne’ye beklediğini iletir. Zor da olsa Fatma biricik dedesinin yanına gelir. Mimar Sinan torunu Fatma’yı bir an olsun dizinin dibinden ayırmaz, inşaata onunla gidip inşaattan onunla döner. Ancak Edirne’nin kışı hayli çetin geçmektedir. Sekiz yaşındaki Fatma, Edirne’nin soğuğuna dayanamayıp hastalanır ve yataklara düşer. Osmanlı İmparatorluğu’nun baş mimarının biricik Fatma’sı için hekimler seferber edilir, hastalığına dört bir koldan şifa aranır, fakat ezelî ilim, Fatma’nın vefatını takdir etmiştir.
Fatma’nın narin bedeni hastalığa uzun süre dayanamaz ve dedesini görmeye geldiği Edirne’de, cennetin ufkuna yelken açar. Torununun ölümü, Mimar Sinan’ın âdeta yazını kışa çevirmiştir. Günlerce kendine gelemez Koca Sinan. Dehasıyla herkesi büyülen mütebessim mimar gitmiş, yerine üzüntüsü gönlüne bir “ah” olarak yansıyan, suspus bir adam gelmiştir. Mimar Sinan, biriciği için altı sütunlu, üzeri tonozlu bir mezar yaptırır. Mezarın üzerine küçücük mermer bir lahit koydurur. Lahdin alnına Fatma’nın torunu olduğunu yazdırır ve ızdırabını boynu bükük bir lale ile resmeder.
Kan yaşım sarıg yüz üzre âşikâr itti firâk
Za’ferân-zârımı gamdın lâlezâr itti firâk
(Firak, kanlı gözyaşımı sarı yüz üzerine aşikâr etti,
Üzüntüden sarı yüzümü lâle bahçesine döndürdü.)
Ali Şîr Nevaî
Ayrılığın acısı ile gözyaşları kana bulanan Mimar Sinan’ın ızdırabı, etrafında pervane gibi dönen çıraklarını ve taş ustalarını derinden etkilemiştir. Çıraklarından bir tanesi buna dayanamaz; Selimiye’nin iç mekânının tam ortasına yapılmış müezzin mahfilinin ayağına gizlice ters bir lale kazır ve Koca Sinan’ın sebeb-i sürûru, şen çiçeği Fatma’sının elemini boynu bükük bir lalede asırlar boyu gizler.[5]
Dipnotlar
[1] “Lale”, http://tr.wikipedia.org/wiki/Lale
[2] Sonsuz güzellik sahibi, her şeyin yaratıcısı Allah.
[3] “Kur’ân Harfleri”, http://www.kuranharfleri.com/tr/yazilar/tarihten/77-allah-hilal-ve-lale
[4] Harika, olağanüstü güzellik.
[5] Talha Uğurluel, “Edirne Selimiye Mosque and Reverse Tulip – Stories from our history”, http://www.youtube.com/watch?v=DcIHXhhIlqQ&t=311s