Bizler onu desteğe en çok ihtiyaç duyduğumuz mülteci kampı esnasında tanıdık. İkinci el eşyaların satıldığı küçük bir dükkânı idare ediyor, gelen gideni sürekli güler yüzü ve pozitif enerjisi ile karşılıyordu. O küçücük, ama anlamı büyük olan dükkân, yaklaşık 30 kişiden oluşan grubumuzun uğrak yeri olmuştu. İçeri her adım attığımızda ayağa kalkıp bizi “Selam aleyküm!” diye karşılıyordu. Her türlü dert ve sıkıntımızı büyük bir sabırla dinleyip sürekli çözüm üretmeye çalışıyordu. Dükkânına gelen gidenler vasıtasıyla, yaşadığımız kampa çocuklarımız için paketler dolusu çörekler gönderiyordu. O sıkıntılı dönemde Josef abiden gelen bu paketler, çocuklarımıza âdeta bir bayram yaşatıyordu.
Bir gün, “Türkiye’deki rejime çok teşekkür ediyorum! Sizin gibi kaliteli insanların ülkemize gelmesine vesile oldular. Sizin gibi insanlar hâlâ Türkiye’de varsa haber gönderin, hepsi buraya gelsin.” demişti. Bu sözü, aylardır bir adresten başka bir adrese sürüklenen bizlere, bir moral ve motivasyon kaynağı olmuştu.
Çok parasının olmasını istediğini söylerdi hep. “Neden?” diye sorduğumuzda, “Ülkeye yeni gelen mülteciler için, içinde her imkânı barındıran köyler ve binalar inşa etmek istiyorum, onun için paraya ihtiyacım var.” demişti. Ağır kanser hastasıydı, sürekli ağrıları vardı. Bu ağrılar içinde dünyanın her tarafındaki problemler için üzüntü çekerdi. İsimlerimizi tek tek zikrederek bize dua ettiğini söylerdi.
“Bir şeye ihtiyacın var mı?” diye sorduğumuzda, “Benim param yok, ama ben çok zenginim. Benim dünyanın her tarafından buralara gelmiş dostlarım var. Onlar bana yeter. Hem asıl zenginlik güzel bir kalbe sahip olmaktır.” derdi.
Bir gün yanına uğrayıp üniversiteye kabul edildiğimi ve üniversite sonrası edineceğim mesleği anlatmıştım. O esnada dükkâna gelen herkese gururla üniversite maceramı ayrıntılı bir şekilde anlatmıştı. Dükkanının her tarafında, bizler gibi yanına gelmiş, onunla hayata tutunmuş mültecilerin fotoğraf ve mektupları asılıydı. Bunları, gelenlere tek tek gösterip ayrıntılı şekilde hayatlarını anlatıyordu. Bunlardan bazıları onlarca yıl önce gelmiş, hayata en güzel şekilde tutunmuş insanlardı. Herkesle bir şekilde irtibatını devam ettirip onlara bir ihtiyaçlarının olup olmadığını sorardı. Aslında asıl ihtiyaç sahibi kendisiydi.
Yaşı çok ilerlemiş olmasına rağmen hiç evlenmemişti, fakat mültecileri kastederek, “Benim dünyanın her tarafından pek çok evladım var.” derdi. Kamptan ayrılma vaktimiz gelip vedalaşmak için yanına gittiğimizde bir babanın evlatlarını uğurlaması gibi, hüzünlü bir şekilde hepimizi uğurlamıştı. Daha sonraki günlerde hepimizi tek tek arayıp herhangi bir problemimizin olup olmadığını sormuştu. Hâsılı, tam bir vefa kahramanıydı Josef abi. O, hepimize arkadaş ve yoldaş olmuş, yüreklerimizi yeni hicret beldemize ısındırmıştı.
Hastalıklarının etkisi ile bir gün acılı bir haber alacağımızı ön görebiliyorduk, ancak haberin yüreklerimizde oluşturacağı acının bu kadar büyük olabileceğini tahmin edememiştik. Hepimizi derin bir hüzne boğan vefat haberini, baharın kendisini hissettirmeye başladığı bir nisan sabahında aldık. Baharın o ılık ve huzur kokan atmosferi içinde, çok sevdiği Yaradan’ına nihayet kavuşmuş oldu.
Gariban olarak yaşadı, gariban olarak öldü Josef abimiz. Fakat arkada bizler gibi, kendisine sürekli dua edecek olan yaşlı gözler bıraktı.