Sabahın erken saatlerinde yapacağım seyahate verimli bir uyku sonrası başlayabilmek için gece yatmadan önce çantamı hazırladım. Kapının önüne bıraktım ve gece rutinlerimi yerine getirip rahatlamış bir zihinle yatağıma doğru yürüdüm. Uykunun sıcak kollarına bıraktım kendimi. Deliksiz beş saati devirdikten sonra çalan alarm ile uyandım. Dostlarıma ziyaret içindi bu yolculuk ve bunun heyecanıyla dışarıya adımımı attım.
Sessiz bir sabah vakti. Şehrin kalabalığından uzaklaşarak trenime yetişmeye çalıştım. Havanın serinliği yüzüme dokunurken tabiatta yaratılan o muhteşem İlahî eserlere tanıklık ettim. Gökyüzünde dans eden kuşlar, dallarda salınan yapraklar, rüzgârda süzülen çiçekler; her birine günün aydınlığını haber vererek kocaman gülümsedim. Çehremizde beliren çukurlar birbirimize duyduğumuz muhabbet ile doldu.
Çiçeklerle sohbetimiz uzun sürmüş olacak ki nefes nefese bindim trene; şükür ki yakaladım. Biletimi kontrol edip yerimi buldum. İki vagon geçtikten sonra ihtiyar bir kadıncağız, yanında kızı ve torunu olduğunu düşündüğüm bir kız çocuğu ile aynı kompartmanı paylaşacağımızı öğrendim. Sıcak bir selamlaşmadan sonra yerleşip yerime oturdum. Tren hareket edince gözlerim ağaçların üzerinde gezinmeye, dağların eteklerinde dolaşmaya başladı. Ruhum var olmanın düğününü yapıyordu sanki. Nimetlere şükrümü sunduktan sonra, kız çocuğunun sevecen tutumları, aramızdaki sohbet köprüsünü oluşturmaya yetti. Sıcak bir çayın buharında birbirimizin gönlünde taht kurmayı başardık. Kelimeler ile kalbimizin derinliklerinde yer eden hisleri paylaşmak, ruhumuza ilham vermiş olacak ki küçük kızın uykusunun geldiğini geç fark ettik. Uyuması için gereken sessiz ortamı sağladık ve hepimiz kendi gönül denizimize açıldık.
Yolu izlemeye başladım fırsat bu fırsat diyerek. İzlerken bir anda aklıma arkadaşıma aldığım hediye geldi. Çıkardım çantamdan. Bayağı korunaklı olan kutusunu da açarak gün ışığı ile selamlaştırdım. Elime aldım. Uzunca bakıştık. Yine beni olduğum yerden başka yerlere gezintiye çıkardı.
Tanecikler! Birbirini takip ediyor, birbiri ile yarışıyor, birbirini kovalıyordu. Neydi bu kadar onları telaşla sürükleyen? Bitti! Tekrar çevirdim. Tekrar aynı maratonda, aynı hızla.
Bu bir dünya yolculuğuydu. Bu insandı. Bu yaşanmışlıktı. Heyecanla, keşfetmenin sevinciyle ses çıkarmış olacağım ki teyzecik parmağıyla sus işareti yaptı. Hediyeme baktım. Teyzeye döndüm. İlhamıma baktım. Kızına döndüm. Hayat hakikatine baktım. Toruna döndüm. “İşte dünya hayatı!” dedim. Bu kadardı, bir kum saatiydi yolculuk; saniyelerin, dakikaların, saatlerin, günlerin, ayların ve yılların birbirine karıştığı, birbiri ile yarış hâlinde olduğu, kimin kazandığının belli olmadığı bir yarış. Önümdeki tablo, elimdeki hediye, yapbozun kaybolmuş parçalarıydı sanki. Tekrar ters çevirdim hediyeyi; gözlerimi kırpmaya korkar gibi izledim. Döküldü, döküldü, döküldü. İnsanlardı bu taneler, ölümdü. Berzah alemine yolculuktu. Son taneler de döküldü; kıyamet günü. Ürperdim. Tekrar çevirdim; mahşer günü, ba’s (diriliş) günü, tekrar akıyordu kumlar. İki hayatı birbirine bağlamıştı. Dünyadan âhirete, âhiretten ebedî hayata idi bu bağ.
Başımı kaldırdım ve sabahtan beri gözümün önünde duran hayat tablosunu fark edemeyişime hayıflandım. Nereden bakmayı arzu ederseniz edin sonuç aynı; torun-kız-teyze ya da teyze-kız-torun.
Muazzam bir hatırlatıcı, enfes bir uyarı. Akıp giden kumlarla dünya hayatını hatırladım. Dünya hayatını hatırlayınca, ömrün ne kadar kısa olduğunu anladım. Zaman biz insanoğluna armağan edilen en değerli hazine. Onu değerlendirmek, tanzim etmek en büyük görev. Âhengi yakalamak, değerini kavramak, bugünü yaşamak, geçmişten ders çıkarmak, geleceğe ümit ile bakmak, insan olmanın, Hakk’ı bilmenin ve tanımanın olmazsa olmazı.
Peki ömür böyle hızlı giderken nasıl yakalar insan? Nereden ve nasıl başlar ömrünü tanzim etmeye? Biraz düşündüm. Zamanın içinde bir yerlerde duymuştum. Tanzim, en güzel ibadet ile yapılırdı. Aslında kılavuzu da göndermişti Rahman. Beş şartından biri. Şartın içindeki kusursuz planlayıcı, kusursuz davet. Günün tanzimini, bereketini içinde gizleyen, huzuru besleyen şarttan biri. Kulağıma sesler çalınmaya başladı, vakit gelmiş demek ki! Müezzin yanık sesiyle haykırdı:
Hayye ale’s-salâh. Hayye ale’s-salâh.
Hayye ale’l- felâh. Hayye ale’l- felâh.
Haydi namaza, haydi namaza. Haydi kurtuluşa, haydi kurtuluşa… Sırrını içinde saklayan, karşılıksız davetin ve tanzimin sesi bu duyduğum. Pencereler önümde açıldıkça ruhum sakinleşti.
İmamın sesiyle küçük torun da gözlerini araladı ve onunla birlikte bizler de çıktığımız gönül yolculuğunu hitama erdirdik. Kimler, nerelerde gezdi kim bilir, ama hepimize iyi gelmişti bu gezinti. Sevgi yüklü bakışlar ile birbirimize sarıldıktan sonra elimdeki hediyeyi kaldırdım ve hasret kaldığımız çaylarımızı doldurup hem ısındık hem de muhabbetimize kaldığımız yerden devam ettik.
Çizim: Mualla Gün.