Bu seferki durağım Almanya, Münih.
Adımlarım ıslak yolda ve kulağımda eskilerden bir müzik.
“Arbeit macht Frei.” (Çalışmak, özgür kılar). Giriş kapısının üstünde yazan bu söz, aslında bana yaşanan durumla fazlası ile tezat gelse de sesimi çıkarmıyorum. Omzumdaki çantamı düzeltip kapıya doğru ilerliyorum. Benimle birlikte gelen birkaç kişiyi de gören görevli, demir kapıyı aralıyor ve bizi içeriye alıyor.
Eski taş yollar, taş binalar, kuraklık ve havadaki matem; toplama kampına ait bütün hissiyatı veriyor. Ne kadar rehberle gezmek istemediğimi dile getirsem de çok sevgili arkadaşımın ısrarıyla yanımızdaki İspanyol grupla birlikte Alman rehberimizi bekliyoruz.
Toplam yedi bina var. Önümüzdeki binalar L şeklinde iken öbürleri gayet düz görünüyor. Büyük bir alan. Ayaklarımın ağrıyacağına eminim. Ben kendimce gözlem yapmaya devam ederken, arkadaşım kolumdan tutup dalgın hâlimden çıkarıyor beni.
“Leyla, ben çok heyecanlıyım!” diyor, ama maalesef heyecanına ortak olacak durumda değilim.
“Niye heyecanlanıyorsun ki? Hava bile acı kokuyor. Kaç kişinin kanı var ayaklarını bastığın yerde, düşünsene.”
“Yeni şeyler öğreneceğim için heyecanlıyım. Ayrıca rehber çok ayrıntılı anlatıyormuş her şeyi. Umarım tezim için de faydalı olur.”
Alman tarihi okuyan arkadaşımın heyecanını anlıyorum. Rehberimiz olan beyefendi gelince yürümeye başlıyoruz. Rehber herkesi selamladıktan ve kendini tanıttıktan sonra devam ediyor konuşmasına. Bizi L tipi binaya yönlendiriyor.
İçeride bizi neredeyse duvarın tamamını kaplayan, üzerinde işaretli yerlerin olduğu bir harita karşılıyor. Üstlerinde yazan isimlerden anlıyorum buraların da toplama kampına ait olduğunu. Avrupa’nın her bir durağında var sanki bu kamplar.
Rehber, kelimeleri yutacak derecede hızlı konuşuyor. “Dinlemektense okumayı tercih ederim.” diyorum ve ayrılıyorum kafileden. Zeynep arkamdan birkaç işaret yapsa da yürümeye devam ediyorum.
Tavandan zemine sabitlenmiş kalın, postere benzer şeyler var her yerde. Biraz daha arkalara doğru ilerlediğimde poster tarzı şeyler görüyorum.
Yavaş yavaş posterleri incelemeye başlıyorum. Eski dönemden kalan gazeteler, haber başlıkları, devlet adamlarının resimleri ve toplama kampına getirilmek için toplanmış insanlar. Resimler hiç iç açıcı değiller, yazılar da öyle.
Arka fondaki sesler arttıkça az önce çantama koyduğum kulaklığımı tekrar alıyorum. Müzik listemdeki şarkıların bu atmosfere uygun olmadığına kanaat getirip internete giriyorum. Aklıma gelen bir filmin ismini yazıyorum arama motoruna: Piyanist.
Kulağımda çalan piyano ve şahit olduğum acılar. İşte şimdi uyum içindeyiz.
Bir yazıda okuduklarım bana çok dokunuyor. Aylar boyunca duş alamayan insanların varlığını öğreniyorum. Zincire vurulmuş kadınlar, ağlayan çocuklar ve daha niceleri…
Aklım almıyor bu yaşananları. Sırf farklı ırk veya düşüncede oldukları için mi bu zulümlere mârûz kaldılar? Bu, insanlığın kara yüzüydü. Fikir ayrılığına düştükleri herkesi ortadan kaldırmak istemişler.
Kafamı iki yana sallıyor ve başka bir gazete sayfasına yöneliyorum:
“O bizim son şansımız!”
Toplumu manipüle etmenin yolu medyadır. Gazeteler, dergiler, radyo ve TV programları, sosyal medya içerikleri, insanların düşüncelerine yön verir.
İşte karşımdaki manzara da böyle bir durumdu. Gazeteye atılmış bir manşet ve altına yerleştirilmiş bir fotoğraf.
Daha fazla dayanamıyor ve dışarı çıkıyorum. Karşımdaki bina yatakhane. İçerisinde çok bir şey yok. Devamında ise gaz odaları var. Oraya gitmeyi düşünsem de kalbimle zihnim arasındaki rekabeti kalbim kazanıyor ve sırtımı dönüyorum odalara.
Yeni rotam hapishane. Koğuşları tek tek geziyorum. Sevdiklerinin isimleri, anlamlı sözler, İncil’den ve Tevrat’tan âyetler, yeminler, haç ve Davud Yıldızı sembolleri kazılı duvarlarda.
Avluya çıkıyorum ve buraya ayak uyduruyor gibi duran kara bulutları izliyorum.
Kaçıncı kere çalıyor, bilmiyorum Piyanist filminin müziği, ama değiştirmiyorum. Kafamda dönen bir cümle var. Aklıma kazımış olsam da defterimi çıkarıp not alıyorum.
Zeynep’in yanıma gelmesi ile dışarı çıkıyoruz. Kaldığımız otele doğru gitmek üzere trende yerimizi alıyoruz. Unutmak insanın tabiatında olan bir şey. Ben bunu insanlara unutturmamak için yazıyorum. En çok da kendime.
Defterimdeki not: “Onların tutsaklığına, bizim özgürlüklerimiz şahit tutuldu.” (24.6.2023).