Her hâli günah bir cemaat olduk… Yemesi, içmesi, yatıp kalkması, sözler, yazılar ve her çeşit davranışlar; hepsi günah. Kurtuluş ümidi ile atılan her adım iyice batırıyor bizi. Ne zamana kadar bu çamur içinde tepinip duracağız, bilmiyorum…
İnsanlığımız sönmüş mü? Kalbler neden bu kadar hissiz? Niçin gözyaşları rüyalara terk edildi? Yoksa biz kendimizi yaşamıyor muyuz? Öyle değilse neden yanarken gülüyoruz? Ben, bize basiretli diyemeyeceğim. Çünkü göremiyoruz yarını… Anlayamıyoruz bizden evvel boğazlananların yerinde boğazlanacağımızı…
Bakın şu kalabalıklara… Şu yer yer kabaran, kubbeleşen taşa, demire, toprağa. Eski farelerin sığınaklarında saadet arıyorlar. Efendiden kaçan, yolunu yitiren bir cemaat, neticesi elem, lezzetler zebunu bir topluluk… Yıllardır hep aynı kaldırımları tepiyor, aynı kapıların önünde geziyoruz. Kulaklarımız çatlak kahkahalardan, özlediği sesi duyamamakta… Gözler, renk hırsızlığı yapa yapa körlenmiş, O’nu görememekte. Gündüzümüz geceden karanlık, gecemiz zalâm zalâm üstüne kabir. Günlümüz ölülerden ümit dileniyor. Kafamız mezar taşlarından daha yaslı…
Yok mu gecemizi gündüz edecek bir merhametli? Yok mu kanayan kalbimize merhem sürecek bir tabip? Artık mezarlara perde gerip arkasında zevk edenlerin saadetine inanmıyoruz. Cenaze evindeki düğün alayı oyununa kalbimiz kanmıyor. O bir şey kaybetmiş gibi durmadan sağı solu araştırıyor. O, O’nun sevdalısı… En yüksek binalarda, en lüks sefahethanelerde, en renkli eğlencelerde… O hep O’nu takip ediyor. Izdırabını dindirecek, onu bir kuş hafifliği ile çok yükseklere götürecek o şefkatli elleri… O’nu buluş, ne mesut an o.
O, kendisine dönüşümüzü ve sızlanışımızı bekliyor. Dertler yiyip bitirmeden nihayet kapısına dönüyoruz.
Yâ Rabbi! Sen bizi bağışla! Senin kapına elsiz ayaksız gelsek de yine Sana varmak ümidi ile geliyoruz. Senden ayrı düştük, ama hiçbir gönül yapıcıya bağlanmadık. Senden başka okşayanımız da olmadı. Sızlanışlarımızla alay edildi; feryadımıza kimse gelmedi.
Bizden evvel Senin huzuruna bu kadar günahla gelen olmamıştır. Amma cehaletimizden dolayı bizi kınama, başka kapı bilmiyoruz. Eğer kabul etmezsen kimin kapısına gidelim?
Ey yaslıların ümit kaynağı! Bize yâr ol! Ey çaresizlerin çaresi! Bize çare ol! Şu köhne kubbede bizlere biraz cilve göster! Ola ki bir daha Senden ayrı düşmeyelim. Eyledik hadsiz günah, nihayet tasmalı boynumuzla İlâhî kapına geldik…
Not: Bu yazı, ilk olarak Gurbet dergisinin 1.1.1967 tarihli 12. sayısında neşredilmiştir.