İnanç Ocak 2024 Zehranur Yiğit

Son Duruş

Karanlıklardan karanlık bir günün sabahıydı. Hava kapkara bulutlarıyla insanın ruhunu sarmalamış, âdeta boğarcasına sıkıyor, bırakmıyordu. Belli ki bugün durum farklıydı. Hoş, camdan baktığımda aşağıda bir farklılık göremedim. Normalde bağrışmalarıyla yeri göğü inleten o küçük haylazlar bile bugün sessizce, sokağın bir ucunda topaç çevirmekle meşgullerdi. Anlaşılan, yeni uğraşları onları fazlasıyla cezbetmişti.

Bir an düşündüm, çocuk kalmak ne güzeldi! Dünyanın acı gerçeklerinin farkında olmadan sadece çocuk kalmak… Gözlerimi ufaklıklardan zar zor alıp sokağın ilerisine baktım, ama orada da dikkate değer bir şey bulamadım. O esnada karşı komşumuz ve oğlu, ellerinde Mushaflarıyla evlerinin kapısından çıktılar. Kur’ân’ı görünce anladım ki öğle namazı yaklaşmaktaydı. Geç kalmamak ve camide ön saflarda yer bulabilmek maksadıyla hızla hazırlanıp hemen kendimi dışarı attım.

Şimdiden meydandaki camiye doğru bir hareketlilik olduğu görülüyordu. Hava hâlâ kasvetliydi ve aydınlanamamıştı. Bu arada yağmur da eşlik etmeye başlamıştı. Bir yağıp bir duruyor, bir hızlanıp bir yavaşlıyordu. Bu durum beni fazlaca tedirgin etmiş, yol boyunca gökyüzüne bakarak yürümeye sevk etmişti. Meydana vardığımda büyük bir hayretle donakaldım. Bu müthiş kalabalık ve curcuna âdeta mahşer gününü andırıyordu. Günün bu saatinde bu kadar çok insan, pek görülmezdi. Böyle düşünürken bakışlarım bir anda o şeye takılıp kaldı. İleride, kalabalığın merkezinde, diğerlerine göre yüksekte namaz kılan biri vardı. Belli ki o, bu kalabalığın sebebiydi. Ama hâlâ huşû ile, konuşmalara aldırmadan, ibadetini sürdürmekteydi.

Etraftaki insanların konuşmalarına kulak misafiri oldum. Ona kısaca Nesîmî diyorlardı, bu onun şiirlerinde kullandığı mahlasıydı. Asıl adı Seyyid Ömer İmadeddin Nesîmî idi. Bağdat’ın Nesim kasabasında doğmuş, Türkmen asıllı bir şairdi. İran ve Azerbaycan’da bulunmuş, zengin bir tasavvuf kültürü edinmiş ve Anadolu’ya kadar gelmişti. Baktığı her şeyde Allah’ın (celle celâluhu) isimlerinin cilvelerini görüyordu âdeta. Gülerken dahi hüzünlüydü. O her daim Hakk’a olan muhabbetini kendine has cümleleriyle dile getirirdi. İnsanların ruhlarının tutsak edildiği bu günlerde onun âhenkli kelimelerle oluşturduğu sözleri herkesi derinden etkiliyordu. Öyle ki memleketin her bir yanından vaazlarını dinlemeye yüzlerce insan gelirdi. Bu haber saraya kadar ulaştı. Onun sözleri ve fikirleri ulemanın dikkatini çekmiş, onları rahatsız etmişti. Nesîmî de vicdan kültüründen mahrum kalmış bu insanlardan pek hazzetmezdi. Onların savunduğunun aksine, hakikat, zahirden ziyade bâtındaydı. İlmin hâlde erimesiydi asıl olan, şekil ve şemal değil.

Muhabbetten bahsediyordu. Yaratılan her şeye eşit gözle bakmaya ve güzel davranmaya, var olan her zerrede Allah’ı (celle celâluhu) hatırlamaya değiniyordu. Şeklî Müslümanlığın yeterli olmayacağına dikkat çekiyordu. O zaman ne gereği vardı insanları hor görüp yaftalamaya.

Bu kâinat, bu dağlar ve denizler insan için var edilmiştir. Bu dünya, bütün bitkiler ve hayvanlar, bizler için yenilenmektedir. Yaradan’ın bize bahşettiği bu güzellikleri görmek varken ümitsizliğe ve miskinliğe götüren sözlere ne gerek var? Ama insanları teşvik etmek maksadıyla ağzından çıkan bazı sözler, onu esir etti. Onlar, fikirlerini yanlış anladı ve onu idam cezasıyla cezalandırdı.

Son secdesini de bitirmişti Nesîmî. Yüzünü onu bekleyen topluluğa doğru çevirdi.

“Suçunun ne olduğunu biliyorsun. Senin Allah’tan korkun yok mudur?” dedi ulemadan biri.

“Benim Yaradan’ıma ibadetim ve secdem, korkumdan ziyade sevgimdendir. Ben O’nu sonsuz merhametiyle tanırım. İbadetin niteliğidir mühim olan.” dedi Nesîmî.

Duydukları bu sözler herkesi düşünmeye sevk etmişti. Belli ki hüküm verecek olan heyet, bu sözlerden hazzetmemişti. Ona yanlış anlaşılabilecek olan bazı sözlerinden dönmesi için bir fırsat daha verdiler. Fakat Nesîmî fikirlerinin arkasındaydı. Sonunda idam kararı verildi.

Bir öğle vakti, Halep’te Nesîmî’nin son anları olacaktı bu yaşananlar. Bense o anda kendimi titriyor vaziyette buldum. Daha fazla burada kalacak gücü kendimde bulamıyordum. O sırada tekrar topaç oynayan çocukları gördüm. Çocuk kalmak ne güzeldi! Dünyanın acı gerçeklerinin farkında olmadan çocuk kalmak…