Dinimizdeki yükümlülüklerin bir kısmı senede veya ömürde bir kez yapılmasıyla üzerimizden kalkmış olur. Ancak günde beş kere namazın ikame edilmesi emredilmektedir. Peki namazın her gün, beş özel vakitte eda edilmesinin hikmeti nedir?
Kur’ân’da kâinatın altı günde yaratıldığı beyan buyurulur: “Biz gökleri, yeri, ikisinin arasındaki bütün varlıkları altı günde yarattık da Bize en ufak bir yorgunluk dokunmadı.” (Kâf, 50/38). “Bilin ki Rabbinizin ölçüsüyle bir gün, sizin hesabınıza göre bin yıl gibidir.” (Hac, 17/22) âyetinde ise Allah katında bir “gün”ün bizim günlerimize benzemediğine dikkat çekilir. Bu yüzden Bediüzzaman Hazretleri bunu ilk yaratılışın altı gün sürmesi olarak değil, ilk yaratılıştan itibaren kıyamete kadar süren zamanın altı devir olması olarak yorumlamıştır.[1] “Dokuzuncu Söz”ün Dördüncü Nüktesinde, bir saatin saniye ve dakikaları olduğu gibi, bu dünyanın saniyesi hükmünde olan gece ve gündüz deveranından, dakikaları sayan senelerden, saatleri sayan insan ömrünün safhalarından ve günlere tekabül eden dünyanın devirlerinden bahsedilmektedir.
Mesela, fecir (sabah) vakti, kıştan sonra gelen baharın başlangıcını, insanın ana rahmine düştüğü zamanı ve bu kâinatın altı günlük yaratılışından ilk gününü hatırlatır. Sabah namazının vakti, âdeta bütün hayırlı başlangıçların müjdecisi gibidir.[2]
Zuhur (öğle) vakti, meyvelerin olgunlaşarak dalları kapladığı yaz mevsiminin ortasına, gençlik kemaline ve dünyanın ömründeki insanın (Âdem) yaratılışına benzer. Bu bakımından da öğle vakti, yerin ve göğün altı günlük yaratılışının ikinci gününe tekabül eder. Öğle vakti her şeyin kendi zirvesine ulaştığı bir zaman dilimidir. Ürünlerin iyice olgunlaşmasıyla mevsimler kemaline erer, insan ise gençlik dinamizmi ve gayretleriyle kendisine nasip edilen hedeflerine ulaşır. Son olarak insanın yaratılmasıyla da kâinat kendi kemalini bulmuş olur.
Asr (ikindi) vakti ise sonbahar mevsimine, insanın ihtiyarlık vaktine ve Efendimizin (aleyhissalâtü vesselam) Asr-ı Saadet’ine benzer.[3] Yazın sona ermesiyle gelen güz mevsiminde, ermiş meyveler, yenilmeleriyle ya da çürüyüp dökülmeleriyle zeval bulurlar. İnsan da kemaline ermiş, artık ihtiyarlık dönemine ulaşmıştır. Ayrıca yaratılışın üçüncü gününe denk gelen ikindi vakti, dünyanın da ihtiyarlık vaktidir. Öyleyse ikindi vaktinde her şey artık zevale (bitmeye, sona ermeye) meyletmektedir. Bu vaktin bize hüzün vermesinin sebebi, eşya ve hadiselerin fâni yüzlerinin gelip geçici oluşunu idrak edişimizdir.
Mağrib (akşam) vakti, güz mevsiminin sonunda pek çok mahlûkatın ölümünü, insanın vefatını, dünyanın kıyamet başlangıcındaki harabiyetini hatırlatır ve beşeri gaflet uykusundan uyandırıp ikaz eder. Akşam vakti kıyametin gerçekleşeceği dördüncü güne tekabül eder. Bu vakitte var olan her şey zevale ererek veda eder. Nebatat, hayvanat, insanlar, cinler, melekler ve ruhaniler ölür, yaratılışından beri sönmeyen Güneş bile gurub eder. İşte insan, bu akşam vaktinde, bütün batışlardan yüzünü çevirir ve batıp gitmeyen yegâne Zât olan Rabbine yönelir.
İşa (yatsı) vakti ise gecenin siyah kefeniyle gündüzü örtmesini, kışın beyaz kefeniyle ölmüş yer yüzünü kaplamasını, vefat etmiş insanın geriye kalan izlerinin dahi unutulup gitmesini ve imtihan yeri olan dünyanın tamamen kapanmasını hatırlatır. Güneşin gurubundan sonra kalan izler, yatsı vaktinde karanlıkla setrolur.[4] Güzde kalan dökülmüş yaprakların izleri kar ile örtülür. İnsanın ise dünyada kalan eserleri unutulur. Kıyametin kopmasıyla zevale eren dünyanın ise enkazı ortadan kalkar ve bu vakit de beşinci güne denk gelir.
Yatsı vaktinin sonlanmasıyla birlikte beş güne denk gelen dünya hayatımız da sonlanmış olur. Fakat bizim bu beş güne ek olarak, bir gün de berzah hayatımız vardır. Bu yüzden altıncı gün için biz beş vakit namazımıza teheccüt namazını da ekleriz.
Gece vakti kışı, kabri ve berzah (kabir) âlemini bildirerek Rahman’a ne kadar muhtaç olduğunu insana hatırlatır. Gecede teheccüt ise kabir gecesinde ve berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık olduğunu bildirir, ikaz eder. Altıncı gün, berzah dönemine tekabül eder. İkinci fecr vakti ise haşri, yani yeniden dirilmeyi hatırlatmış olur.
Demek ki her bir namaz vaktinin sırlı anlamları ve hikmetleri vardır. Namaz, her gün insanı doğumundan ölümüne ve berzah âlemine gezintiye çıkarır; hayatının fâniliğini hatırlatır. Demek ki Cenab-ı Hakk’ı tesbih, hamd ve tekbir mânâsındaki farz namazların bu vakitlerde eda edilmesi insanın fıtratına ne kadar uygundur!
[1] Emine Eroğlu, “Dokuzuncu Söz, (4) Doğrusal zaman ve helezonik zaman tasavvurları – Zamanın daireleri ve namazla bölünmesi”, Kardelen, 1 Haziran 2018, www.youtube.com/watch?v=kRNQmU_y7qg
[2] Emine Eroğlu, “Dokuzuncu Söz, (5) Sabah namazı vakti başlangıçları, öğle namazı vakti kemâlâtı hatırlatır”, Kardelen, 8 Haziran 2018, www.youtube.com/watch?v=6ZlpkPgL0ds
[3] Emine Eroğlu, “Dokuzuncu Söz, (6) İkindi namazı vakti sona erme eğilimini, akşam namazı vakti ölümü ve sonları hatırlatır”, Kardelen, 22 Haziran 2018, www.youtube.com/watch?v=5RPh7CgXxMo&t=940s
[4] Emine Eroğlu, Dokuzuncu Söz, (7) Yatsı namazı vakti tamamen unutulmayı, teheccüd namazı vakti berzah hayatını hatırlatır”, Karedelen, 29 Haziran 2018, www.youtube.com/watch?v=2olRSM7sDwk