Gurbette geçen zaman ilerledikçe, geride kalanlara duyduğum özlem ziyadeleşiyor. Bir de akrep yelkovanı ısırmaya o kadar iştahlı ki zaman gurbette su misali akıp gidiyor. O akarken gözlerdeki yaşlar da onu yalnız bırakmıyor tabiî.
Annemle geçenlerde bir telefon görüşmesi yapıyorduk. Yanındayken üzerimden düşen yorganımı her defasında kalkıp tekrar üzerime örten annem, her görüşmemizde, “Oğlum ne zaman geliyorsun?” demekten de kendini alamıyor. Yine bu şekilde geçen duygulu bir görüşmede annem, “Neden gittin oğlum? Tekrar döneceksin değil mi?” deyiverdi. O anda söylenecek birçok şey olmasına rağmen onu daha da üzmekten korktuğumdan ağzımı bıçak açmadı ve usulca telefonu kapattım. Odamda bir başıma üzerime hücum eden duygu selini durdurmanın yolunu ararken kalemim bana göz kırptı. Anneme diyemediklerimi kaleme anlattım. O da kaldıramamış olacak ki kâğıda devretti kelimeleri:
Annem;
Her daim söylemeye dilim varmaz bu sözleri
Fakat kelimenin şükrüdür tatmalı mürekkep ile kalemi
Yiğit kürsüdeki nidayı işitmiş
Topraktan yorganını toplamaya geldim
Uykudan kalkmış hazır olda bekliyor
Hoş geldin yiğidim, demeye geldim
Bir doğum müjdeleniyor
Doğuma şahitlik etmeye geldim
Bir gül devri temaşa ediliyor
Gül kokusunu duymaya geldim
Ufukta bir bahar beliriyor
Yüklü bulutları görmeye geldim
Yıllar yılı beklenen yağmur hissediliyor
Tepeden tırnağa ıslanmaya geldim
Barış ve kardeşlik besteleniyor
Ben o şarkıya eşlik etmeye geldim
Kubbelerde gür bir seda işitilecek
Ben o ezanı dinlemeye geldim
Açılan şehrahta bir nefer olmaya
Karınca misali ateşe su taşımaya geldim
Geri durmaya hiç değil
Ben o şenliğe dem tutmaya geldim
Cevherfürûşân olup kadir bilmeye
Ben o altın nesli görmeye geldim
Ben buralara dönmeye değil
Ölmeye geldim.