Yazar: Zeynep Sena Sayın
Hulefâ-yi Râşidîn döneminde başlayan fetih hareketleriyle İslâm coğrafyasının sınırları, Nâm-ı Celîl-i İlâhî’nin ve Ruh-u Revân-ı Muhammedî’nin her yerde duyulması maksadıyla genişletildi. Sınırların genişlemesiyle, farklı dinlere, dillere ve ırklara mensup topluluklar İslâm topraklarına dahil oldu. Bu durum Müslümanların çeşitli inanç sistemleri, düşünce ekolleri ve ilmî birikimlerle tanışmasına imkân sağladı. Karşılaşılan bu farklılıklar, bir yandan medeniyetlerin müşterek birikimine zemin hazırlarken, öte yandan îtîkadî sürtüşmeleri de beraberinde getirdi.
Müslümanlar, bu noktada inanç esaslarını sağlam temeller üzerine inşa etme zaruretini hissetti. Bu şuurla, fethettikleri ülkelerin entelektüel ufuklarına yöneldiler ve ilmî müktesebatlarına vukûfiyet kazanmayı bir vazife bildiler.
Emevîler’den hilafet makamını devralan ve sınırları Endülüs’ten Orta Asya içlerine kadar uzanan Abbâsîler için bu, önemli bilimsel ve felsefî eserlerin tercüme edilmesi ihtiyacını doğurdu. Böylelikle “medeniyet hafızası” vazifesi görecek büyük tercüme hareketi başlamış oldu.
Halife Mansur Dönemi
Abbâsî döneminde tercüme faaliyetleri, sistematik olarak Abbâsî Devleti’nin ikinci halifesi Ebu Cafer el-Mansur (754-775) döneminde başlamıştır. Halife, Cundişapur Akademisi’nden getirttiği mütercimlere; Hipokrat, Calinos ve Galen’in tıp eserlerini ve Aristo’nun bazı çalışmalarını tercüme ettirmiştir. Batlamyus’un Sintaksis’i el-Mecistî, Öklid’in Elemento Geometricae’sı Usûlü’l-hendese adıyla tercüme edilmiştir. Bu dönemde Hintçe ve Farsça’dan da çeşitli eserler Arapça’ya kazandırılmıştır. Kelîle ve Dimne Farsça’dan Arapça’ya tercüme edilen eserlerden biridir.
Halife Harun Reşid Dönemi
Abbâsî Devleti’nin beşinci ve en çok bilinen halifesi Harun Reşid’in (786-809) dönemi, tercüme alanındaki büyük ilerlemelerle temayüz etmiştir.
Efendimiz’in (aleyhissalâtü vesselam) “Hikmet, müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır.” beyanı, bu çalışmaların meşru zeminini oluşturmuştur. Harun Reşid, aldığı bu ilhamla insanlığın ortak mirasını Müslümanların istifadesine sunma adına gayret göstermiştir.
Döneminde, dünyanın dört bir yanından kıymetli eserler temin etmiştir. Bizans şehirlerine düzenlediği askerî seferlerde, yerli halk tarafından değeri bilinmeyen eserleri Bağdat’a getirmek öncelikli hedeflerinden biri olmuştur. Hatta bazen cizye olarak kitap almıştır.
Harun Reşid zamanında Grekçe, Süryanice, Sanskritçe ve Farsça gibi çeşitli dillerden eserler Arapça’ya tercüme edilerek bir anlamda medeniyetler arasında köprüler inşa edilmeye başlanmıştır.
Harun Reşid’in sarayında yer tahsis ettiği ve tercüme edilen eserleri topladığı kütüphane, Beytü’l-Hikme’nin ilk nüvesi olarak kabul edilmektedir.
Halife Me’mun Dönemi
İslam Medeniyeti, ilim ve hikmetin zirveye ulaştığı altın çağlara tanıklık etmiştir. Bu dönemin en önemli temsilcilerinden biri, Abbâsî halifelerinden Me’mun’dur.
Halife Me’mun döneminde kurulan Beytü’l-Hikme, ilk zamanlar eski medeniyetlere ait nadir eserlerin muhafaza edildiği bir kütüphane olarak faaliyet göstermeye devam etmiştir. Burada; Grekçe, Süryanice, Farsça, Hintçe ve Koptça gibi dillerde yazılmış; felsefe, matematik, tıp, kimya ve geometri alanındaki pek çok eser toplanmış ve tercüme edilmiştir.
Beytü’l-Hikme’yi bizzat görmüş ve kütüphaneden faydalanmış olan İbnü’n-Nedîm’in verdiği bilgilere göre, sadece Grekçe’den Arapça’ya tercüme yapan mütercim sayısı kırk yediye ulaşmıştı. Farsça’dan tercüme yapanlar on altı, Sanskritçe’den tercüme yapanlar ise üç kişi kadardı.
Bu kütüphane zamanla çok daha kapsamlı bir yapıya bürünmüş; halka açık bir kütüphane ve bilimsel araştırmaların yapıldığı bir Yüksek Öğretim Kurumu olarak hizmet vermeye başlamıştır. Fârâbî’nin öğrencisi olan Kindî, bu çatının altında felsefe alanında eğitim veren bir bölüm kurmuştur. Dolayısıyla burada ihtisas bölümlerinin oluşturulmuş olduğu da söylenebilir. Mem’un döneminde gelişen bu merkez, çok sayıda çalışmanın yürütüldüğü İslam dünyasının ilk ilimler akademisi hüviyetini kazanmıştır.
Beytü’l-Hikme’nin başarısında, Halife Me’mun’un bilim insanlarına sunduğu maddî ve manevî desteğin büyük bir payı vardır. Araştırmalarını sürdüren âlimlere yüksek maaşlar verilmiş, ilmî faaliyetlerine engel olabilecek her türlü zorluk ortadan kaldırılmıştır. Halife Me’mûn sadece Grekçe’den yaptırdığı tercümeler için 300.000 dinar harcamıştır. Hatta bazı tercümeler terazinin bir kefesine konmuş ve altın tozuyla tartılarak mütercimlerin emekleri bu şekilde takdir edilmiştir.
Abbâsî yönetiminin bu teşvikleri, tüm dünyadan ilim insanlarının ilgisini başkent Bağdat’a celbetmiş, Beytü’l-Hikme etrafında önemli bir bilimsel ve kültürel hareketlilik oluşturmuştur. Bağdat, bu dönemde İslam medeniyetinin başşehri, alimlerin toplandığı yer, fen ve diğer ilimlerden tercüme yapan mütercimlerin makamı olarak tasvir edilmiştir.
Bu yatırımlar kısa zamanda meyvelerini vermiş, tercüme edilen eserlerden faydalanan Müslümanlar arasında, büyük bilginler, filozoflar, kâşif ve mûcitler yetişmiştir. Dünyanın en büyük on dehasından biri olarak kabul edilen Harezmî ve Orta Çağ Avrupa’sında “Alkindius” ismiyle meşhur olan Kindî burada yetişen alimlerdendir. Kaleme aldıkları eserler hem İslam dünyasında hem de Avrupa’da yıllarca kaynak olarak kullanılmış, keşiflere ışık tutmuştur. Ayrıca burada yapılan tercümeler âdeta bir “medeniyet hafızası” vazifesi görmüş, daha sonra bu tercümeler yeniden Batı dillerine aktarılarak insanlığın ilim mirası muhafaza edilmiştir.
İlim dünyasına 500 yıldan fazla kaynak sağlamış olan Beytü’l-Hikme, 1258’de Hülâgû tarafından yakılıp yıkılmıştır.
Abbâsîleri düşünmeye, okumaya ve araştırmaya sevk eden hakikat aşkıdır. Onlar ilimden marifete, marifetten muhabbete ulaşmaya çalışmışlardır. Kıymet atfettikleri için keşfetmeye gayret etmiş, miras bırakmak istedikleri için muhafaza etmişlerdir. Onların bu çabaları günümüz insanına örnek teşkil etmektedir. Bu bağlamda insanın aslî vazifesi, mütâlaasına takdim edilmiş kâinat kitabını hallaç etmek, ilmi tevhid ekseninde tahsil etmek ve insanlığa hizmet edecek bir miras bırakmaktır.