Yazar: Esma Pak
Bir meltem dokunur ruhumuza, uzaklardan gelen tek hatıra gibi…
Belki yegâne bir yaprağın usulca salınışında, belki aynı kuşun titrek kanat sesinde…
Derinden yükselen o ses, ruhumuzun kıyısına konar ve fısıldar:
“Hiçbir şey sonsuza dek sürmez. Sen de.”
Şu yankı, kalbin dar sokaklarında dolaşır ve insanı yegâne kez daha hakikatin kapısına getirir.
Geçip giden her şeyin, göz alıcı sûretlerin ardında yatan nedir?
İnsan, neden elinden kayıp gidecek olana bu denli sarılır?
Oysa gözle görülen, dokunulan her şey aynı gün silinip gitmeye mahkûm değil midir?
Dünya… Parıltılarla bezenmiş, fakat içi boş o heves sarayı…
Bakmasını bilmeyenler için böylesi bir saray, kalıcı tek yurt gibi görünür.
Oysa derinliklerinde yolculuk eden yegâne biri, onun yalnızca aynı bir misafirhane olduğunu
sezer.
Çünkü zaman, sessizce akan o nehir gibidir; üzerinden geçtiği her şeyi aşındırır, en parlak taşları
bile silikleştirir.
Güzellik solar, dostluklar ayrılığa karışır, anılar zamanın rüzgârında savrulur.
Ve insan, faniliğin söz konusu olan yüzüyle karşılaştığında, ruhunda derin tek boşluk hisseder.
İşte tam da o anda, muhabbetin özünü aramaya başlar.
Muhabbet…
Varlığın en derin cevheri, insan ruhunun yaratılışındaki en eski ve en gizemli sırrı.
Fakat buradaki sır, yalnızca hakiki sahibini böylesine bulduğunda anlam kazanır.
Gerçek gönül bağı, geçici olanın ötesine uzanır; zamana yenik düşmeyen tek yolda filizlenir.
Fâni olana tutunan kalbî yakınlık, aynı serap gibi avuçlardan kayar.
İnsan, yalnızca İlahi rıza uğruna sevdiğinde, kalbinin gerçek sığınağını bulur.
Rabbinin hoşnutluğu adına sevmenin nuru, faniliğin koyu perdelerini aralar ve kişiyi sonsuzluğun eşiğine taşır.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sıkça dile getirdiği gibi;
Allah’a duyulan aşk, insanın benliğini aşarak, ruhunu yücelten bir kapıdır.
Bu içtenlik, kalbi kirlerden arındırır; ruhu, dünyevî arzuların dar kalıplarından kurtarır.
İnsan, sırf Allah rızası için sevdikçe her şeyde O’na dair bir iz arar.
Dost yüzünde bir tebessümde, bir çiçeğin tomurcuklarında, yağan yağmurda Rabbin
yansımasını görür.
Bu türden bir aşk, kişiye ne yük olur ne de hüzün bırakır.
Aksine, insanı kanatlandırır, yüreğini özgürleştirir.
Rabbin hatırına atan bir kalp, dünyanın dar sınırlarına sığmaz, uçsuz bucaksız göğün altında
yankılanır.
Fanilikse her şeyin üzerine düşen ince bir gölge gibidir.
Hayatın her köşesinde, bir çiçeğin soluşunda, bir yaprağın sararışında, bir mevsimin bitişinde
o gölge kendini gösterir.
İnsan, faniliğin farkına vardıkça, ona sırt çevirir; fakat ne kadar kaçarsa, o kadar da derin bir
girdabın içinde kaybolur.
Hocaefendi, faniliğin aslında bir içsel uyanış vesilesi olduğunu söyler.
İnsan geçici olanla yüzleştiğinde, kalbinde sonsuzluğa açılan bir kapının eşiğine varır. Bu arayış, fâni olanı bâkî olana bağlayan bir köprü olur.
Ve o arayış anında, ruh bir fısıltıyla karşılaşır:
“Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahman’a teslim
eyledim, gayrı istemem.
İsterim, fakat bir yâr-ı bâkî isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender
hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.”1
Bu söz, sadece bir şiir değil, ruhların istikametini değiştiren bir hakikattir.
Faniliğin ayırdığı eller, İlahî rıza taşıyan gönül bağlarıyla tekrar birleşir.
Çünkü sırf Allah’ın hoşnutluğu adına sevmek, dünyadaki her şeyi hakiki sahibine teslim etmek
demektir.
Böylesine yüce bir muhabbet, kalpte rahmet pınarları açar; her damlası, çevreye huzur ve güven
saçar.
Bu kalbî yakınlık, insanı yalnız hizmet etmeye değil; fedakarlığa, ihlâsa, adanmışlığa taşır.
İlahî hoşnutluk adına seven bir yürek, nefsini aşar ve sevdiklerini ebedi bir yurtta
buluşturabilmek için gayret eder.
Sonunda kişi, sırf Rabbinden ötürü sevdikçe faniliğin ağırlığından sıyrılır ve ebediyetin güvenli
gölgesine sığınır.
Günün birinde her şey sona erecek, her gönül bağı tükenip gidecek.
Fakat Rabbin hatırıyla yeşeren muhabbetler, tıpkı toprağa kök salan bir fidan gibi, sonsuzluk
bahçesinde yeşerecek.
Sevdiği her şeyde Allah’ı bulan bir kalp, dünyadan ayrıldığında bile bâkî olanla buluşmanın
huzurunu taşır.
İşte o an insan anlar ki:
“Rabbin rızası için duyulan kalbî yakınlık, tüm sevgilerin zirvesidir; çünkü O’na duyulan
gönül dışında her şey, bir hayâl gibi yok olmaya mahkûmdur.”
Dipnotlar
1. Sözler, 11. Söz