2025 Edebiyat Hilal Yıldız Mayıs 2025

Kahverengi Ayakkabının Hatırası

Yazar: Hilal Yıldız

Kaldırımda yürürken bir ayakkabı mağazasının vitrininde, gözüm gayri ihtiyari bir ayakkabıya ilişti. Belki aralıksız beş on dakika baktım bu kahverengi ayakkabıya. Baktıkça duygulandım, duygulandıkça kalbim hüzünle doldu. Kahverengi ayakkabının kendisi değil ama hatırasıydı beni duygulandıran. Gözümü kapatıp o günlere gittim, yani bundan on beş yıl öncesine.

Kaldığım eve doğru koşar adımlarla yürümeye başladım. Mesafe uzak değildi ama ben sırılsıklam olmuştum. Üzerimde örgü hırka, ayağımda sporcuların yazın giydiği bez bir ayakkabı. Kırmızı-lacivert renklerden ibaret olandan başka bir ayakkabım yoktu.  Evde kalan arkadaşlar görmesin diye genelde onlardan önce eve gelir ve ayakkabıyı apar topar dolabının arkasına saklardım. Evde yedi kişi kalınca bu hareket kimsenin dikkatini çekmiyordu. İstemediğim bir bölümü okumak için üniversitenin olduğu şehre gelmiş ve bir vesile evlerde kalmaya başlamıştım. Evdeki arkadaşlarım çok güzel insanlardı. Ailemin maddi durumu çok iyi değildi, zira beş kardeştik ve hepimiz okuyorduk. Bu şehre içine birkaç parça eşyamı koyduğum neredeyse boş diyebileceğim bir çanta ile gelmiştim.  

Bir gün ev ablamız evcek bizi bir ablaya yemeğe götürecekti. Ben hazırlanıp binanın önünde arkadaşları beklemeye başladım. Ev ablamız da indi. Beni baştan aşağı süzdü. Havadan sudan konuşurken bana dönüp :

“Senin başka eteğin yok mu, hep aynı eteği üzerinde görüyorum “dedi. Ben biraz mahcup bir şekilde:

“Aslında var ama bunu çok seviyorum.” dedim. 

Diyemedim tabi başka bir eteğimin olmadığını. Günler bu şekilde geçerken ilk dönem bitti ve on beş tatilde kampa katılma fırsatı yakaladım. Kampı başka bir evde yaptık. Çok güzel ve verimli bir program olmuştu benim için. Ev kalabalıktı ama ben sanki tek başıma başka alemlerde yaşıyor ve okuduklarımı yudum yudum içiyordum. Özellikle risale ve kaset dinlemelerinde kendimden geçiyordum.  Bu benim ilk kampımdı. Tarifi mümkün olmayan bir lezzet almıştım. Sohbete her gün başka bir abla geliyordu. Tesbihatlar, sohbetler, kalabalık yer sofraları, abdest sırası, teheccüdün inanılmaz büyülü havası ile muhteşem bir program olmuştu. Sanki yıllardır bu anı bekliyormuşum, çok önceden ihtiyacım varmış gibiydi. Ablalar programın son günü, kampta en çok kitap okuyana hediye vereceklerini söylediler. Herkes okuduğu sayfa sayılarını program sorumlusu ablamıza verdi. Kahvaltı sonrası açıkladılar; ben birinci olmuştum. Şaşırdım ve mutlu oldum tabii. Sonra başımızdaki abla beni bir köşeye çekip ne zaman memlekete gideceğimi sordu. Bir gün sonra gidecektim. Öğleden sonra birkaç arkadaşla salonda muhabbet ediyorduk. Başımızda duran iki abla ellerinde poşetler ile salona girdi. Diğer arkadaşlardan müsaade isteyip beraberce başka bir odaya geçtik. Programda birinci olduğum için bana hediye aldıklarını söylediler. Paketleri açınca, bir etek, bir kazak ve harika bir ayakkabı gördüm. Çok şaşırdım. Ablalar da içimizden geldi dediler. Beni rencide etmeden takdim etmeleri beni çok duygulandırdı. İçimden katılarak ağlamak geçmişti. Ablaların yanında olmasa da banyoya gidip bir hayli ağladığımı hatırlıyorum. İhtiyacım olan şeyleri kibar bir şekilde vermeleri, beni düşünmüş olmaları ve samimiyetleri beni çok duygulandırmıştı.

“Allah’ım, ne güzel insanlar ile beraberim!”, dedim gözyaşları içinde. Kahverengi ayakkabımı iki sene giydim. Yırtılmasını hiç istemedim. O etek ve kazağın hatırası hep benimle kalacaktı.  O güzel insanların isimleri yıllar içinde değişti ama samimiyetleri ve fedakarlıkları hiç değişmedi. Vitrinin önünde donakaldım. Zihnim, kahverengi ayakkabı silüetiyle zaman makinesinde yıllar öncesine gitti âdeta.

Duam dilime dolandı o anda: 

“Allahım! Beni mahşer günü bu güzel insanlarla beraber haşreyle.” Âmin!