Veri tabanı, birbirinden bağımsız gibi görünen noktaları çizgiler hâlinde birbirlerine bağlayarak bir araya getirme, verileri tasnif etme vesilesidir. İnsan hafızasını da bir veri tabanına benzetebiliriz. Tıpkı dijital ortamlarda saklanan veriler gibi insan beyni de çok fazla veri depolayacak şekilde yaratılmıştır.
2008 yılında yapılan bir araştırmaya göre, bir günde bir Amerikalı, yaklaşık 100.000 kelimelik (34 gigabaytlık) veriye mârûz kalmaktadır. Günümüzde bu miktarın iki kat arttığı tahmin edilmektedir.[1] Duyularımızla beynimize iletilen bu verilerin, anlamlı neticeler verebilmesi için filtreleme ve işlenme aşamasından geçmesi gerekir.
İnsanı bir bilgisayara benzetirsek hayat, onun veri tabanını işleyen bir sistem gibidir. Beynimizin sinyalleri işlemesi, zihin, akıl ve vicdanımızın maddi ve manevi verileri değerlendirerek hüküm vermesi ve tasdik etmesiyle kendimizi, hayatı ve kâinatı anlamaya eşya ve hâdiselere mânâ vermeye çalışıyoruz.
Evrendeki yıldızlar adedince beynimizde nöronlar yaratılmıştır.[2] İnsanı büyüttüğümüzde sanki bir kâinat, kâinatı küçülttüğümüzde ise âdeta bir insan ortaya çıkar. Yapılan araştırmalar bizi hayrete düşürürken akletme ve tefekkür kabiliyetimiz, bağlantılar kurarak anlamlı bir veri tabanı inşa eder, mânâ nakışları örer.
Hayat bir istihale (dönüşüm, başkalaşım) makinesi gibidir.[3] Tıpkı verilerin giriş, filtreleme, işlenme ve sonuç verme aşamalarından geçmesi gibi, hayat da insanı arındırma, temizleme, ilerleme ve nurlandırma aşamalarından geçirir.
İmanın nuru ve şuuru, veri ve bilgilerin irfana dönüşmesine vesile olur. İnsan, kendisine lütfedilen istidat ve kabiliyetleri hakka veya bâtıla yönlendirebilir, dolayısıyla ya suûda veya sukûta doğru gider. Bu eğilimleri sergileyen insan, tercih gücünü kullanarak ebedî bir saadet veya şekaveti netice verecek kararlara imzasını atmış olur. Kendisine ihsan edilen en önemli sermayelerden biri olan zamanı, Hakîm isminden medet alarak en verimli ve hikmetli şekilde değerlendirip hususi kemaline doğru urûc eder. Üstad Bediüzzaman’ın nurlu beyanlarında ifade ettiği gibi, “Senin zamanın ve ömrün, berkten daha çabuk geçer; hayatın, çaydan daha sür’atli akar. Madem dünya hayatı ve cismânî yaşayış ve hayvânî hayat böyledir. Hayvâniyetten çık, cismâniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, marifetullah ve vahdâniyet sırlarını ifade eden “Lâ ilahe illallah” kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir.”[4]
İnsan, İlahî isimlere ayna olabildikçe kıymet kazanır. Basamak basamak çıktığımız günler arasında, küçük hedeflerin büyük hedeflere ulaşma aracı oluşunda, menzile ulaşmanın heyecanı ile yollarda koşturduğumuzda, zamanın deryalar gibi çağlayıp akışında, ameller ile değerlerimizin arasında tutarlı bir bağ oluşturabildiğimiz sürece, hayat insanda mânâ bulur.
Hadis-i şerifte buyrulduğu gibi “İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.”[5] Farkına vardığımız andan itibaren en büyük iki nimetten biri olan zaman ile salih ameller kesiştiğinde, en güzel bağı oluşturma gayreti içinde oluruz.
Asr sûresinde Allah (celle celâluhu), “Yemin ederim zamana. İnsanlar hüsranda.” (Asr, 103/1–2) buyurur. Problemin arkasından her zaman yol gösterip çözümü de biz aciz kullarına sunan yüce Rabbimiz, “Ancak şunlar müstesna: İman edip makbul ve güzel işler yapanlar, bir de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler.” (Asr, 103/3) buyurarak zamanı nasıl tanzim etmemiz gerektiğine dikkat çeker.
Dün, bugün ve yarın arasında öyle bir bağ kuralım ki ebedî saadeti kaybeden zamanzedelerden olmayalım.
Dipnotlar
[1] Roger Bohn, James Short, “Measuring Consumer Information”, International Journal of Communication, 2012, 6: 980–1000, http://ijoc.org/index.php/ijoc/article/viewFile/1566/743
[2] F. Vazza, A. Feletti, “The quantitative comparison between the neuronal network and the cosmic web”, Front. Phys., 16 November 2020, Sec. Interdisciplinary Physics, Vol. 8, 2020, http://frontiersin.org/articles/10.3389/fphy.2020.525731/full
[3] Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 409.
[4] A.g.e. s. 170.
[5] Buhârî, Rikak, 1, Tirmizî, Zühd, 1, İbni Mâce, Zühd, 15.