Sanata olan ilgisini, Güzel Sanatlar Fakültesi ile taçlandıran tasarımcı Elif Meryem, mucit ve mühendis El-Cezerî’den (1136–1206) ilham alarak yaptığı takı tasarımlarıyla dikkat çekiyor. “Hikâyesi olmayan bir tasarım, adı olmayan bir bebek gibidir.” diyen Meryem, takı tasarımı hakkında merak edilenleri Genç Çağlayan’a anlattı.
Tasarıma ve modaya olan ilginizin ne zaman farkına vardınız? Meslekî yolculuğunuz nasıl başladı?
Beklenmedik bir sonuçla Moda Aksesuar Bölümüne kaydoldum. İkinci sınıfta bölümüme ısındım. Hayatıma giren geniş ufuklu insanlar, alanımda farklı bir perspektif kazanmama vesile oldu. Çalışmalarım da bu eksende anlam kazandı.
Takı tasarımcısı ne iş yapar? İş alanınızı ve süreçleri kısaca anlatır mısınız?
Bir tasarıma başlamadan önce, araştırma safhasında, anahtar kelimeleri belirliyoruz. Bu kelimeler ekseninde eskiz süreci başlıyor. Tasarımları netleştirirken takımızın hangi malzemeden olacağının planını da yaparız. Tasarım ve üretim sürecini (gümüş, bakır ya da doğal taş) birlikte planlıyoruz. Son olarak tasarımımız yetenekli bir usta ile birleşince, hayallerimiz üç boyutlu bir sürece girmiş oluyor. Bu süreçte en önemli noktalardan biri de tasarımın üretilebilir olması.
Tasarımın temel bilgilerini okul eğitimiyle edinenler ya da bu alana ilgisi olup kendilerini geliştirenler, iş konusunda çok sayıda alternatife sahip olurlar. Bu doğrultuda ilgi alanımızı iyi seçerek ilerlemek, teknolojik gelişmeleri takip ederek sürekli güncel kalmak, çok çalışmak ve pes etmemek gerekiyor.
Bir aksesuar tasarımcısı, kendi markasını oluşturabilir, çeşitli firmalarda çalışabilir, akademisyenlik yolunda ilerleyebilir veya bilgi ve tecrübelerini farklı bir sanat dalında uygulayabilir. Geniş perspektifle çalışmak, bir tasarımcıya zenginlik katar ve çalıştığı alanda sıra dışı eserler verebilir.
Sizlerin anlattığı süreçler sonunda takılar veya tasarlanan ürünler bizlere ulaşmış oluyor, fakat her mevsim değişen moda trendleri bizlerin de kafasını karıştırıyor. Modayı nasıl okumalı, kendi tarzımıza nasıl karar vermeliyiz?
Bu değişen akımlara ayak uydurmak çok zor ve maliyetlidir. Aslında her mevsimin kendine has renkleri vardır. Kişiler kıyafet veya aksesuar seçerken yaşanan mevsim ile ilgili olan renkleri seçerlerse en doğru karara yaklaşmış olurlar. Mevsimler modada ve tarz belirlemede en güzel referanstır. Yaprakların yeşili, turuncusu, gökyüzünün mavisi, güneşin sarısı… Ünlü markaların da üzerine çalıştığı tasarımlar bu tür renklerle alakalıdır.
Kişilerin tarzlarını oluşturma, yaş aralıklarına göre de değişkenlik gösterir. Her insan kendine has bir üsluba sahiptir. Sadece kendimizi tanımaya çalışmalı ve içimizdeki hislere kulak vermeliyiz.
Böylesi değişken moda akımları arasında farklı tasarımlar da dikkatimizi çekiyor. Tıpkı sizin El-Cezerî’den esinlenerek yaptığınız tasarımlar gibi. Bir hayli derin mânâlar barındıran bir tarz olsa gerek. Biraz bahseder misiniz?
El-Cezerî muhteşem bir mühendis ve tasarımcı. Kendisiyle bir ortaöğretim kitabında tanıştım ve çok ilgimi çekti. El-Cezerî bir mühendis olduğu gibi, kendi döneminin grafik tasarımcısı ve minyatür sanatçısıdır. El-Cezerî, bulunduğu kültürün ve çağın ihtiyaçlarına uygun tasarımlarıyla fikirlerini ortaya koymuş, bilime ve sanata hizmet etmiştir. İcatları yanında, onları resmederek tasarımın ilkelerine uygun eserler vermiştir. Araştırmalarımı yaparken El-Cezerî ile ilgili farklı tezlerle karşılaştım. Grafik tasarımla ilgili bir yüksek lisans tezi, bana çok ilham ve cesaret verdi. Ben de El-Cezerî’ye kendi çalışmalarımda yer vermeyi bir vefa borcu bildim. Aldığım bu ilhamdan sonra çok eğlenceli bir tasarım sürecine girdim.
Farklılık cesaret ister. Bu sektörde kendinize ve perspektifinize nasıl yer buldunuz?
Bir şeyi tasarlamak ve onun kabul görmesi sancılı bir süreçtir. Kendi tarzını bulmak kolay olmuyor. Kendini ve değerlerini dinlemen, ne istediğini bilmen gerekiyor. İki yol var; ya sürüye uyacaksınız ve dünyanın kabul ettiği tasarımcıların yolundan gideceksiniz ya da kendinizi ispatlayacaksınız, yani kabul görmeye çalışacaksınız. İkincisi zor ama bir o kadar da keyifli bir yoldur. Sabırlı olup çok gözlem yapıp sürekli çizim yapınca ve kendi değerlerinizi de ön plana çıkarınca, bu camiada muteber bir yeriniz oluyor.
Hikâyesiz Bir Tasarım, İsimsiz Bir Bebek Gibidir
Sürüye uymamak dediniz. Hikâyenizi, kendi dünyanızı, belki de ideallerinizi bir takıya aktarmak nasıl bir yolculuk? Her tasarımın bir hikâyesi olur mu?
Evet, her çalışmanın bir hikâyesi vardır. Bir tasarım, konusu ya da çıkış noktası yardımıyla adlandırılır. Bunun yanında yaş aralığı, cinsiyet ve hedef kitle belirlenmelidir. Bu şekilde ilk adımımızı atarız. Hikâyesi olmayan bir tasarım, adı olmayan bir bebek gibidir. Bir hikâyenin olması, sanatçının işini kolaylaştırır ve kişinin hayata bakış açısını değiştirir. Bundan dolayı işe başlamadan önce bir çıkış noktası bulmak çok eğlenceli ve faydalıdır. Mesela El-Cezerî’nin çalışmalarından ilham alarak takı tasarlarken onu yakından tanıma fırsatım oldu. Onun eserlerinin çizgisinden, şeklinden ve fonksiyonelliğinden yararlanmak, kendime özgü bir tarz oluşturmama yardımcı oldu. Asırlar önce verdiği eserlerdeki incelikleri, takı sanatına aktarmaya gayret ettim. Bundan sonraki çalışmalarıma da bu tarzda devam etmeye çalışacağım.
Bu röportaj vesilesiyle tasarım alanına ilgi duyan gençlere de selam vermek ve başarılar dilemek isterim. Her işte olduğu gibi bu işte de başarının anahtarı, okumak ve Rabbimizin bize sunduğu nimetleri idrak edecek bir şuurda olmaktır. Çevresini tanıyan, kendisine sunulan nimetleri özümseyerek gören ve şükreden insan başarıya ulaşır. Buna inanıyor ve uygulamaya çalışıyorum.