Güneşin parıl parıl parladığı bir gündü. Kuşların cıvıl cıvıl ötüşleri ve hafif esen rüzgârdan kaynaklanan yaprakların hışırtısı duyuluyordu. Bunların hepsi insanın içini huzurla dolduruyordu. Ancak maalesef Nilya’nın içinde fırtınalar kopuyor, şimşekli bir gün hâkimiyet sürüyordu. Sinirle pedalı çevirdikçe çeviriyordu. Neredeyse rüzgâr kadar hızlı gidiyor, olanlar aklına geldikçe söylenmeye devam ediyordu. Bugün onun günü olmadığı ortadaydı. “Nefes al, ver. Al, ver.” diye mırıldandı.
“Sakinim. Sakinim, kesinlikle ve kesinlikle sakinim!” diye kendine telkin etti. Sonrasında “Ah! Sakin falan değilim. Bu çocuk beni delirtecek!” diye yine köpürdü. Yol uzadıkça öfkesi daha da artıyor gibiydi. Böyle bir olayla morali bozulduğu için bir de kendine sinirlenmişti. Neden bu kadar üstünde durmuştu ki?
Bisikletini bıraktığı gibi eve koştu. Eve girdiğinde kimseler yoktu. Sakinleşmek için elinde bir bardak suyla dert yandığı dostunun yanına gitti. İşte Renkli onu balkonda bekliyordu. Suyu ona ikram etti ve yavaşça yanına kıvrıldı.
Bir süre sessizce durdular. Renkli, Nilya’nın biraz daha kendine gelmesini bekledi. Nilya anlaşılması zor bir kız değildi. Mimikleri onu ele verir, içinden geçen duygular hemencecik belli olurdu.
En sonunda Renkli sohbeti başlattı: “Hadi dökül bakalım! Niçin küplere bindin böyle?”
Nilya yavaşça Renkli’ye döndü. Onun bu sorusu bugün olanları tekrar hatırlamasına yol açtı ve bir iç çekti.
“Artık yoruldum Renkli! Gerçekten yoruldum! Ne olacak bu insanların tavırları?” dedi ve gökyüzünü seyretmeye daldı. Yurt dışında yaşamak bazen gerçekten zor olabiliyordu.
Renkli, geçtiğimiz günlerde dinlediği şeyler yüzünden, “Yine mi şu kız?” diye sordu. Nilya bir derdi olduğunda Renkli’ye başvururdu. Onun çok iyi tavsiyeler verdiği doğruydu.
Hafifçe kafasını sallayan genç kız, iş yerinde onu bu hâle getiren olayları anlatmaya başladı.
Nilya bu yaz oyun parkında çalışıyordu. İş yerinde ona karşı çirkin davranan, 10 yaşlarında bir kız vardı. Başlangıçta çocuklar arasında minik bir anlaşmazlık olmuş ve Nilya, arayı bulmaya çalışırken kız ona hoşuna gitmeyen şeyler söylemişti. Buna çok takılmamaya çalışan Nilya, “Önemli değil!” deyip geçmişti. Başka bir gün aynı kızla masada oyun oynarken kız onu rahatsız etmeye devam etmişti. Orada çalıştığı için ona karşılık verme gibi bir lüksü yoktu. “Daha küçük o, bilmiyordur.” diye yine kendini sakinleştirmişti, ancak bugün olanlar, bardağı taşıran son damlaydı.
Aynı kız, diğer görevliyle oyun oynamak istemiş, ama o oynamayacağını söyleyince Nilya iyi niyetle “Ben oynayabilirim.” demişti. Kâğıda şeritler çizip X, O oynamaya başladılar. İlk elde Nilya yendikten sonra kız ona gözlerini kapatmasını söylemiş ve kâğıda bir şeyler yapmıştı. Nilya tabiî ki ne yaptığını kıvrılan kâğıttan anlamıştı. Ek bir şerit daha çizmiş ve kâğıdı katlayıp bunu saklamıştı. Gerekirse bu şeridi kullanıp oyunu kazanacaktı. Tahmin edilesi bir şeydi.
Nilya yine yenmiş ve birkaç defa daha oynamışlardı. Kız her seferinde gözlerini kapatmasını söylüyor ve yine aynısını yapıyordu. Finale kadar, kıvırdığı kâğıdı eski hâline getirip yaptığı hileyi ortaya çıkarmamıştı. En sonunda Nilya ona bunu anladığını söylediğinde, “Sen hile yaptın! Sana gözlerini kapatmanı söylemiştim.” diyerek onu hilekârlıkla suçlamıştı. Bu Nilya için gerçekten ağır bir suçlamaydı. “Bakmadım! Ne yaptığını tahmin ettim.” deyince kız ona, “Hilekârsın, sen hilekârsın.” demeye başladı.
“Hayır, tahmin ettim.” diye savunmasını güzel bir dille sürdürdü.
“Herkese söyleyeceğim. Kimse seninle oynamayacak!” deyip başka tarafa gitmiş. Tamam, kız büyük olmayabilirdi, ama haddini aşmıştı.
Nilya gün içinde yaşadıklarını unutmaya çalıştı. Sineye çekip yine iyi davranacaktı. İşini en iyi şekilde yapmalıydı!
Mesaisi bittiği sırada bisikletine doğru giderken o kızı ve arkadaşını gördü. “Görüşmek üzere!” diyerek iyi niyetini gösterdi, ancak işte duyduğu şu laf, içinde fırtınalar koparmıştı.
“Görüşmek üzere mi? Asla!” Gerçekten bunu demiş olabilir miydi?
Kızın yanından hiç tepki vermeden çıktı. Yol boyunca bu söz, zihninde dönüyor ve sinirlendikçe sinirleniyordu.
“Bu kadar da olmaz!” diye yakındı. Çocuklarla meşgul olduğu süre zarfında güzel ahlakın ne kadar önemli olduğunu çok iyi anlamıştı. Olanları Renkli’ye anlatıp “İşte böyle! Zor bir gün geçirdim.” dedi.
Şimdi konuşma sırası Renkli’ye gelmişti. Ondan öğreneceği çok şey vardı. “Ah, ben de bir şey sandım!” diyerek olayı küçümseyen Renkli, Nilya’yı şaşkınlığa uğrattı. Bu tepkiyi beklemiyordu.
“Ne?”
“Boşu boşuna öfkeleniyorsun Nilya, bu öfke sorununa bir çözüm bulmamız şart!” Gerçekten de çabuk sinirleniyordu.
“Düşün bakalım, bu olayda yapılacak en akıllıca şey nedir?”
“Şu kızla bir daha asla konuşmamak ve görünce yüzünü ekşitmek!” diye cevapladığında, Renkli hemen araya girdi: “Bunu demediğini farz ediyorum. Sen böyle bir insan değilsin! Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) mârûz kaldığı hakaretlere rağmen sergilediği şefkati hatırlamıyor musun?” Bu söz Nilya’yı derinden etkilemişti. Renkli ona bir süre düşünmesi için zaman tanıdı.
“Şimdi anladın mı neden öyle davranamayacağını?” dediğinde Nilya başını salladı.
“Burada örnek olmak için bulunduğunu hiçbir zaman unutma! İnsanlar, insanlığa layık tavırlar sergilemese de sen onlara güzellikle yaklaşmaya devam et!” diyerek Renkli nasihatlerine devam etti.
“Küçük, büyük fark etmez. Yaptıklarının sonuçlarını hesaba katmayan böyle insanlarla her zaman karşılaşabilirsin. Sen o anda Efendimizi ve onun tavrını düşün. Bir de bakarsın yaptıklarından pişman olurlar.” dediğinde kapının açılma sesi duyuldu.
“Haklısın Renkli! Hem de çok haklısın! Her zamanki gibi yine beni aydınlattığın için teşekkür ederim.” dediğinde, annesi balkon kapısından seslendi: “Yine mi şu çiçekle sohbete daldın?”
“Anne, Renkli sıradan bir çiçek değil. O bana hayat dersleri veren çok değerli bir arkadaşım.” diye savunmaya geçti rengarenk sümbülleri. Siyah saksının içindeki renkli çiçeklerin kokusunu içine çekerek oturduğu yerden kalktı.