Gönüllerimizde hüzün ve zevki iç içe yaşadığımız; bir dönemde gözlerimizi yummuş, ruhlarımızla yeni bir gufran ayını süzüyoruz. Bu ışık ayının hem hülya hem de tahassür dolu ikliminde his ve hayal dünyamızı hem bir ilkbahar hem de sonbahar gibi duyuyoruz.
Ramazan’da her ses ve soluk derinlerden derin o ruhani edasıyla dünyada yaşamak istediğimiz hemen bütün zevkleri ve gönüllerimizin iyilik düşüncesi adına beslediği bütün ümitleri en ulvi, en coşturucu bir üslupla söyler. Hemen her zaman, ramazanın nazlı günleri bir ışık yumağı gibi gelip her yanımızı sarar ve tedai ettirdiği hülyaları, emelleri, sevinçleri, neşeleri, ziyafetleri ve renk renk öteler buudlu televvünleriyle bize cennetlerden demet demet numuneler sunar.
Ramazanın başlamasıyla; düşüncelerin bir kere daha yenilendiği, duyguların zindeleştiği ve rahmetin her türlü dalga boyu ile gidip insanın ümit ve recasıyla bitevileştiği; bitevileşip gönüllere sindiği.. evet; O’nun o sihirli günlerinde ve aydınlık gecelerinde, sanki insanın Allah’a kavuşmasına mâni bütün engeller ortadan kalkıyor, bütün olumsuzluklar bertaraf ediliyor gibi, vuslata giden yollardaki tepeler dümdüz, düzlükler de pürüzsüz hale geliyor…
Her zaman rahmete susamışlığını hisseden gönüllere ramazan, toprağın bağrına inen yağmur gibi, onların başlarından aşağıya boşalttığı his ve mânâ ile kurumaya yüz tutmuş bütün yamaçlarını sular, duyguların ta derinliklerine iner ve insan benliğini yepyeni mânâların yemyeşil meşcereliği haline getirir. Öyle ki bu mübarek zaman diliminin hayata aksettirdiği binbir televvünlü mübarek zaman parçalarının, ışıktan dakikaları gözlere, gönüllere saçtığı nurlar sayesinde bütün bütün uhrevileşen ruhlar, artık mânâya ve ledünniyata öyle bir uyanmış ve alışmış olurlar ki, bir daha da bu masmavi iklimden ayrılmak istemezler.
Ramazan, fecr-i kâzibi, fecr-i sadığı ve tuluuyla tıpkı bir gün gibi doğar üzerimize.. daha ufukta emareleri belirir belirmez, onun için ne tatlı ne sıcak ne heyecanlı bir hazırlık dönemi yaşarız. Günler ve haftalar önce, yiyecekler içecekler olağanüstü ve ramazana mahsus bir cömertlikle akar mutfaklara.. akar da, günler öncesinde, değişik çağrışımlarla bizi hep O’nun rengarenk ikliminde dolaştırır…
…Ve nihayet; herkesin bunca sabırsızlıkla beklediği rahmet televvünlü, gufran buudlu mübarek ay gelir.. ve onun gelişiyle herkes kendini semalara doğru uzayıp giden ışıktan bir helezonun merdivenlerinde bulur.. bulur ve gündüzleri ayrı bir derinlikte geceleri de ayrı bir derinlikte O “mevcud u meçhul”e doğru seyreder durur. Sabaha uyanırken ayrı bir temkin, ayrı bir dikkat, ayrı bir disiplinle uyanır; akşamla kucaklaşırken de ayrı bir haz, ayrı bir büyü ve ayrı bir füsunla buluşuruz…
Ramazan’ın nazlı geceleri, bütün ruhlara, gönüllere âdeta taht kurmak üzere gelir; onda bakışlar derinleşir, muhabbetler tebessüme inkılâp eder. Sürekli iyilik duygusu soluklanır; hatta bir ölçüde bütün kötü duygular ve tutkular baskı altına alınır; derken herkes derecesine göre bir çeşit melekleşme yoluna girer. Gerçekten ramazanda insanlar, Allah’la o kadar irtibatlı, kullukta o kadar itina ve muamelelerinde o kadar ince, o kadar nazik bir hal alırlar ki, bunu görüp sezmemek mümkün değildir.
Evet onlar, her halleriyle iman nimetinin lezzetlerini, İslam ahlakının büyülerini, Ihsan şuurunun ledünnî hazların hem yaşar hem de yaşama istidadında olan bütün gönüllere duyururlar, duyurur ve âdeta hepimize semaviliklerden bazı şeyler fısıldarlar.
Evet, bu doymuş ve itminana ulaşmış ruhlar, yaşanılan bu hayatın bir gün mutlaka, ebedi bir mutluluğa inkılâp edeceğini, burada, Allah’ın hoşnutluğu istikametinde gösterilen fedakârlıkların, katlanılan sıkıntıların, hatta bunların en önemsizlerinin bile, ötede değerler üstü değerlere ulaşacağını bildiklerinden açlığı, susuzluğu, nefsin arzularına karşı savaşı ve cismani arzularla yaka-paça olmayı derin bir ibadet neşvesi içinde yerine getirirler. Onların düşünce dünyalarında, iftarlar ibadetler gibi icra edilir ve âdeta teravihlerle bitevileşir; sahurlar teheccüdle iç içe girer ve Allah’a yakınlıktan bir hisse alır.. sokaklar cami yolcularıyla dolar-taşar, mabetler Kâbe gibi tekbirlerle inler, çarşı-pazar aynen mabet olur mabet de gider Kâbe ile bitevileşir.
Böylece, bütün bu fani insanlar ebedi ve manevi birer varlık seviyesine; onların ibadet ruhuna göre programlanmış her davranışları da uhrevi birer merasim kıymetine ulaşır.
Ramazan’da hemen her gece, bildiğimiz gecelerden çok daha derin ve ukba buudlu; gündüzler de o çarpıcı renkliliği ve temkiniyle âdeta bir irade ve azim atmosferi olarak duyulur ve hissedilir. Oruçlu ruhlar, her gece ayrı bir visale hazırlanıyor gibi sımsıcak, olabildiğine heyecanlı, fevkalade yumuşak ve şaşırtacak kadar naziktirler. Her sabah yeni bir güne uyanırken, yeni bir Arasat’a, yeni bir imtihana çağrılıyor gibi hem bir ürperti hem de ümitle uyanırlar. Yüzlerinde tevazu ile vakarın, mahviyet ile ciddiyetin, emniyet ile hüznün, olmak ile görünmenin karışımından meydana gelen hoş, latif, biraz da buruksu bir mânâ nümayandır. Bunların her davranışında, Allah’a mensubiyetten gizli gizli sezilen bir itminan ve olgunluk, hatta bir iftihar ve inşirah, Kur’an çağlayanlarında yıkana yıkana bir safvet, bir arınmışlık, bir incelik ve bir zarafet hissedilir. Hemen hepsi de ışıktan, mânâdan yaratılmış gibi görülüp sezilseler bile, âdeta gölgeleri andırır ve kat’iyen kimseyi rahatsız etmezler. Ruhi saygı ve terbiye benliklerine öylesine işlemiştir ki, upuzun bir günü açlık, susuzluk ve arzularına başkaldırmanın cenderesinde geçirdikleri halde melekler kadar ince, ruhaniler kadar da, içtendirler. Korku-saygı, nizam-rahatlık, nezaket-ciddiyet karışımı bir ruh hali onların en bariz yanlarından biridir. Allah’a karşı tavırlarında hep ürpertili, hep dengeli ve hep nazik, birbirlerine karşı da saygılı, tekellüfsüz ve yürektendirler.
Ramazan’da, bütünüyle Allah’a yönelmiş her çizgisi bir büyü bu sihirli yüzlerin ve mânâ âlemlerinden bir kısım derinlikleri aksettiren bu sırlı gözlerin hemen hepsi de bir bilinmez alemin ışıklarıyla pırıl pırıldır. Farklı dünyaların, farklı iklimlerin, farklı düşüncelerin yontup şekillendirdiği bu insanlar, saf olanı-akıllısı, mazbut yaşayanı-biraz dağınığı, uslusu afacanı, her şeyi görüp bileni-hiçbir şeye aklı ermeyeni, milletine yararlı olma düşüncesiyle oturup kalkanı-hiçbir yararlı düşüncesi bulunmayanı, duyarlı olanı-alabildiğine duygusuzu, mutlu yaşayanı saadet arayanı, hastalıklar içinde kıvrananı-sıhhatten sarhoş olanı, mağruru, kibirlisi-mütevazısı ve muhlisiyle herkes, şaşırtacak şekilde onda birleşir; geceyi beraber duyar, imsağa beraber uyanır, ezanı beraber dinler, namazı beraber eda eder, iftarı beraber açar ve ihtimal, her akşam oruçlu mü’min için müjdelenmiş bulunan iki sevinç, iki inşirahtan ikincisini de vicdan ve imanlarında beraber duyar ve beraber yaşarlar.
Evet, topyekûn bütün Müslümanlar, genci-ihtiyarı, kadını-erkeği, zengini-fakiri, sıhhatlisi-alîli, idare edeni-idare edileni, memuru ve esnafıyla ramazanın o eriten, yumuşatan, yoğurup şekillendiren sihirli ikliminde bir araya gelir., ve gönüllere rikkat verecek bir saflık bir içtenlikle, ancak ruhanilerin yaşayabileceği bir mutluluğu paylaşırlar. Hafta öyle ki, o, çoğu itibariyle talihsiz görünen fakir ve bedbaht yığınlar üzerinde bile inanılmayacak ölçüde müsbet tesirler bıraktığı müşahede edilir.
Her şeyi böyle kendi güzellikleriyle saran ramazan, öyle yumuşak, her zaman bahar gibi tüten teravihler o kadar tesirli, ramazana uyanmış ruhlar o kadar hisli, gökteki ışık kaynaklarından minarelerdeki mahyalara kadar üzerimize dökülen aydınlıklar o kadar duygulandırıcı ve her yanda ayrı bir güzellik armonisiyle gönüllerimize bir şeyler fısıldayan Yaratıcı Kudret o kadar şefkatli ki, bütün bunları duyup hissedip de bunlara karşı alakasız kalmak mümkün değildir.
Ramazanlardaki şeair sanki bizlerdeki bu duygu ve bu düşünceyi tutuşturmak için planlanmış gibi, onda her ses ve soluk bir mızrap gibi gönül tellerinde değişik değişik iniltiler meydana getirir. Onda, minarelerin dili sayılan ezanlar, salalar, temcitler insan gönlünü ibadete akort ediyormuş gibi, sık sık kulaklarımızda uğuldar durur ve ruhlarımızı bir şeye hazırlar. Evet, salalar, temcitler, âdeta, birer akort, birer deneme, birer kontrol mahiyetinde icra edilir.. ve bunlar sanki, uykudan henüz tam uyanmamış, ruhların, uyku mahmurluğu içindeki sözleri, gerçek söze ulaşma yolunda ilk mırıltıları ve ibadet konsantrasyonuna hazırlama ameliyeleri gibidirler. Sonra bütün minareler, kıvamını bulmuş gibi, mabetler konsantrasyona girmiş gibi birden gürler.. ve yükselen sesler gider gökteki soluklarla bütünleşir.. derken bu en içten nağmeler, dökülen şelaleler, fışkıran fevvareler gibi semanın enginliklerinde, arzın derinliklerinde bir velvele olur inler.. inler de, minarelerden yükselen, cami kubbelerinden taşan bu seslerin, her yanımızı sardığını, gidip benliğimizin derinliklerine ulaştığını, hem de sadece kulaklarımızla değil, bütün duygularımızla hisseder ve kendimizi bir mânâ ve şiir ikliminde sanırız.. sanırız da âdeta hülyalar aleminde seyahat ediyor gibi oluruz. Bu hülyalı mavilikte, göklerin başımıza ramazan yağdırdığını, camilerin çevresindeki ışıkların ramazan yazdığını, insanların çehrelerinde ramazanın tüllendiğini, atmosferin buğu buğu ramazan koktuğunu duyar, büyülenir ve bu sihirli havanın tesiriyle rüyalarda olduğu gibi bütün bütün ruhun emrine girer; istediğimiz zaman göklerde uçar, istediğimiz zaman bir yere konar; istediğimiz âlemlerde dolaşır ve en mahrem yerlere gireriz. Mukayyetken âdeta mutlak olur, mahdutken sınırsızlaşır, zerre iken güneşlere denk hale gelir ve hiç ender hiçken bütün bir varlık oluruz.
Ramazan, bilhassa sonsuza açık gönülleri öylesine büyüler ve onları öylesine tesir altına alır ki, hep onu duyar, onu düşünür ve onu düşlerler. Evet, sokaktaki insanların munisleşen çehrelerinden, başı yazmalı analarımızın aydınlık nasiyelerine, bulunduğumuz yerlerin ramazanca aydınlatılmasından çarşı-pazardaki ampullerin ışığına, şadırvanların başındaki kandillerden camilerin içindeki avizelere ve minarelerdeki mahyalardan başımızın üstünde kanat açmış gibi duran semanın yıldızlarına kadar her şeyin Ramazanlaştığını duyar ve yaşarız.
Hatta hatırlarım; elektriğin olmadığı, camilerin bile gaz lambalarıyla aydınlatılmaya çalışıldığı dönemde, imkânı olan aileler namaza giderken, o zamanlar oldukça yeni sayılan lüks lambalarını da beraber götürürlerdi. Biz, onların böyle gürültüyle sokaktan geçtiğini duyunca, ramazanın, lüks lambaların ışığı altında mahalle aralarında dolaştığını tahayyül ederdik.. tahayyül eder ve onu ruhlarımızda daha bir derince duyardık. O günlerde bile ramazanın böyle garip füsunlarla üzerimize boşalttığı mânâ, hülya ve şiiri düşündükçe bu mübarek ay hiç bitmesin isterdik.. isterdik ama, o bize rağmen uçar gider ve arkadan da binbir debdebe ile bayram gelirdi…
Kaynak: M. Fethullah Gülen, “Bir Kere Daha Ramazanlaşırken”, Sızıntı, Mart 1993.