Mekke sokaklarında bir aslan edasıyla dolaşıyordun. Gelen bir habere göre müşrikler Efendimizi şehit etmişlerdi. Bu haberden sonra gönlün bir kor gibiydi. İçinde kopan fırtınalar tarif edilemezdi. Bir süre sonra güzel insan çıktı karşına, yanan yüreğine su serpti, serinletti. Izdırabına son verdi. Gözlerin parladı, yüzün güldü.
Genç yaşında İslamiyet’le şereflenenler arasındaydın. İlklerdendin. Hazreti Ebu Bekir’in (radıyallâhu anh) vesilesiyle 16 yaşında, bir grup insanla beraber Müslüman oldun.[1] Bu yolda herkesin karşısına zorluklar çıktığı gibi sen de imtihanlarla boğuşmuştun. Eskiden amcan seni çok severdi, ama iman ettiğini öğrendiği an baş düşmanın kesildi. Türlü işkenceler yaptı. “Eski dinine dön!” dedi, ancak sen asla taviz vermedin.[2]
Sen Peygamberimizin halası Hazreti Safiyye (radıyallâhu anha) ve validemiz Hazreti Hatice’nin (radıyallâhu anha) kardeşinin oğluydun.
Efendimizin yanından ayrılmayan sahabilerdendin. Her zaman güllerin Efendisinin dizinin dibinde, O ne derse hemen yapmak için koşturan ve korumak için elinden geleni yapan, vefa abidesi bir insandın!
İlk önce Habeşistan’a yapılan iki hicrete, sonrasında da Medine’ye yapılan hicrete iştirak ettin. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) seni Ensar’dan Kab b. Malik (radıyallâhu anh) ile kardeş yaptı. Hazreti Aişe Validemizin (radıyallâhu anha) ablası Hazreti Esma (radıyallâhu anha) ile evliydin. O evliliğinden Hazreti Abdullah (radıyallâhu anha) dünyaya gelmişti. İsmini Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) vermişti. O da senin kadar korkusuzdu.
Gazvelerde Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) yanında yerini aldın. Bedir’de şahlanmıştı müminler. Melekleşmişti imanlı yürekler. O savaş akla karanın ayrıldığı, hakla batılın ortaya çıktığı bir savaştı. Bedir’de takmış olduğun sarı sarığını, gökten inen ve senin suretine bürünen melekler de takmıştı. Sen ne kutlu bir sahabiydin! Sen ne şanlı bir sahabiydin öyle!
Bedir ve Uhud’da çetince yaptığın çatışmalar sonucunda derin izler oluşmuştu vücudunda. Hatta oğlun Urbe yara izlerine parmağının girebildiğinden bahsederdi. Sana kalan yadigârdı o izler.[3]
Uhud’da savaşın kızıştığı anda, herkesin bir tarafa dağıldığı o hengâmede, sen yine Efendimizi yalnız bırakmamıştın.
Hendek Savaşı sırasında hendekler kazılmış ve Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) seni nöbetçilerin başına kumandan olarak tayin etmişti.[4]
Savaş sırasında Beni Kurayza’nın hangi tarafta olduğunu öğrenmek için gidip kontrol yapılması gerekiyordu. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) sordu,[5] sen cesurca atıldın ortaya. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir daha sordu, sen yine çıktın. Ardından bir daha sordu ve sen yine çıktın, “Ben gider, öğrenirim gelirim!” dedin.[6]
Gittin, kontrol ettin, geldin. Savaş için hazırlık yaptıklarını gördün ve bunu Resûlullah’a (sallallâhu aleyhi ve sellem) bildirdin. Ardından güllerin Efendisi sana herkesin mazhar olmak isteyeceği şu güzel sözleri söyledi: “Her peygamberin bir havarisi vardır. Benim havarim de Zübeyr’dir.”[7]
Bu ne güzel bir iltifattır! Cevval ve yiğit sahabî, Efendimizin havarisi olma şerefine nail olan sahabî!
Mekke’nin fethi gelmiş çatmış, Resûlullah ve ordusu yola koyulmuştu, ama bu seferden müşriklerin haberi olmamalıydı. O sırada İlahî bir inayetle bir mektubun Mekke’ye yola çıktığı bildirilmişti. Efendimiz seni, Hazreti Ali’yi ve Mikdad b. Esved’i (radıyallâhu anhüm) görevlendirmişti.[8]
Efendimiz Mekkelilerin savaşmaya hazır oldukları haberini alınca birlikleri dört kola ayırdı ve seni de sol koldaki birliğin başına geçirdi.[9] Küda denilen mevkiden giriş yapacaktınız şehre.
Artık Mekke fethedilmişti. Müslümanlar evlerine kavuşmuş, hicran son bulmuştu. O güzel şehir İslam’la şenlenmişti.
Mekke fethinin üzerinden çok geçmemişti ki Veda Haccı ve Veda Hutbesi’nin vakti gelmişti. Güllerin Efendisinin Rabbine kavuşma zamanı gelmişti. Hüzün bir sis dalgası gibi her tarafa çöküvermişti. Bu ayrılığa nasıl dayanılırdı!
Hayatın boyunca hak için mücahede ettin. Sen Resûlullah’ın havarisi, halasının oğlu! Sen Cennet’le müjdelenen güzel insan! Selam olsun sana ey korkusuz, cevval ve hak yoluna adanmış ruh!
Dipnot
[1] Ibn-i Hişam, Sîre, c. 1, s. 268–269.
[2] Hâkim, 3/360. Ebu Nuaym, Hilye, 1/89, Muhibbü’t-Taberî, 2/353, İbn Hacer, 1/545, Taberânî’den naklen Heysemî, 9/151.
[3] Yeni Ümit, Altın Kuşak, Temmuz-Ağustos-Eylül 1998 Sayı : 41 Yıl : 11
[4] Yakubî, 2/50.
[5] Ahmed b. Hanbel, 3/314.
[6] İbn Sa’d, 3/105, Ahmed b. Hanbel 3/365, Buharî, Sahîh, 5/49
[7] Vâkıdî, Megâzî, 2/457, İbn Sa’d, 3/106, Ahmed b. Hanbel, 3/364-365, Buhârî, Sahîh, 5/49.
[8] Başka rivayette Mikdad yerine Ebu Mersed el-Ganevî zikredilmiştir (Ahmed b. Hanbel, 1/105,
Müslim, 4/1942).
[9] İbn İshak, İbn Hişam, 4/49, Müslim, 3/1407, Taberî, Tarîh, 3/118.