Havaların ısınması ile yaz aylarına doğru ilerlediğimizi hissediyoruz. Okulların kapanması da bu hissiyatımızı pekiştirmeye anlık olarak yetiyor ve tatil planları yapılmaya başlıyor. Çocukken tatil programları, yaz okullarımıza göre planlanıyordu. Eğer bir yere gideceksek derslerimize göre ayarlanıp gidiliyorduk, yoksa gidemiyorduk. Çocukluk işte! O zamanlar sebebini anlamazdım; tatile giden arkadaşlarımı gördükçe içten içe üzülür, anne ve babama karşı küskünlüğüm oluşurdu. Şimdi düşünüyorum da ne büyük fedakârlık yapmışlar aslında. Tohumlarını atmış, sabır ile sulamış, yeşereceğimizi ümit ederek dua ile beklemişler. Şu an sevgiyle anıyorum ikisini de.
Biraz yaz okulumdan bahsetmek istiyorum konusu açılmışken. Gökyüzünün maviliklerle süslendiği zamanlarda gönül dünyalarımızın da süslenmesini arzu ederek gittiğimiz yaz okulumuz, bir çoğumuz “Kur’ân kursu” diye adlandırdığı bir yurttu. Genç sinelerin iman nuruyla aydınlanması niyet edilerek inşa edilmiş bir yer. Bizlere hakikatleri, Kelâmullah’ı, şefkat ve titizlikle öğretmeye çalışan, ışık saçan hocalarımızın olduğu bu yurt, bir yuvayı andırıyordu aslında. Burası sadece Kur’ân okumayı değil, aynı zamanda İslam’ın incelikli sanatlarının ruhlarımıza ilmek ilmek işlendiği bir yerdi. Sevgi, hoşgörü ve adalet gibi temel taşlar, hocaların dillerinden süzülerek, öğrencilerin hayatında yer ediyordu. İlmin kıymeti anlatılıyordu. Ürkek bir kuşu başımızda taşıyormuş gibi dikkatli ve emin adımlarla hayat merdivenlerini tırmanmamızı sağlıyorlardı. Kur’ân’ın mânâ ve hakikatine vâkıf olmamız için gece gündüz demeden çalışıyorlar, ciddi emekler sarf ederek ilmim en parlak yıldızlarını gönüllerimizde aydınlatıyorlardı. Her harfin birer inci tanesi olduğu Kelâmullah’ın her bir kelimesi, gönüllerin derin köşelerinde yankılanıyordu.
Hatıralardan sonra aklıma birtakım sorular yerleşiyor. Hayatımızın mihenk taşı olan Allah Kelâmı, bize kadar nasıl ulaştı? Hangi zorlu süreçlerden geçti? Bunun kıymetini nasıl bileceğiz?
İnci tanelerinin yeryüzüne inmesi ile başlayalım: Kâinatın Fahri Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) insanlığın özlemle beklediği bir nurdu. Onun sevgisi cihana bereket saçan bir pınardır. O, güzel ahlakıyla insanlığa rehberlik ederken güzelliğin kaynağı ve en büyük nimetin temsilcisidir. Cahiliye Dönemindeki kargaşaların dinmesine, insanların sevgiyle birbirini kucaklamasına vesile olan birleştirici bir güçtür. Nihayetinde bu sevgi giderek büyümüş, nehirlere dönüşmüş, bizlere kadar ulaşmış ve kurak gönüllere ulaşmaya devam edecektir biiznillah.
Peki Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) sevgi pınarından ilk istifade edenler kimlerdi? Tabiî ki çok kıymetli, kadirşinas sahabe efendilerimizdi. Onlar tarihin eşsiz mücevherleridir. Efendimizin gölgesinde yetişen, İslam’ın nuruyla aydınlanan örnek şahsiyetlerdir. Her biri kendi destanını yazan büyük kahramanlardır.
Zihnimdeki soruların beni getirdiği yer tam olarak bu kahramanlardan birine çıkıyor. Hatıralarım ile başlayan yolculuğum, bizlere özveri ve gayretiyle Kelâmullah’ın nesiller sonrasında bile ışık olmasına vesile olan kahramana ulaşıyor: Ubey ibn Kâ’b (radıyallâhu anh).
Rivayetlere göre, İslam’ın ilk günlerinden Medine sokaklarında yürüyen bir sahabî varmış. İslam’ın nuruyla aydınlanmış olan bu sahabî, sevgi ve hikmet dolu Ubey ibn Kâ’b’tan başkası değilmiş.
Hazreti Ubey, yüreği imanın şefkatiyle dolu bir insan olarak İslam’ın en zorlu dönemlerinde Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) yanında yer almış. Efendimizin yüreğinde inkişaf eden inci tanelerini zihninde muhafaza ederek İslam’ın gönül bahçesindeki muhteşem bir çiçek olmuş. Ubey ibn Kâ’b, Mekke döneminde İslam’a gönül verenler zümresinde yer almış. İnsanlığın İftihar Tablosu’nun davetini kabul eden ilk yedi kişiden biri olmuş. Ömrü boyunca bu durumun şükrünü eda edebilmeye çalıştığını görebiliyoruz. İslam’ın nuru ile aydınlanmış olan sahabe efendilerimizden biriymiş. İlk günlerden itibaren Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) yanında yürümüş. Resûl-i Ekrem’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) inzal edilen vahiyleri muhafaza eden bu kutlu sahabî, Kur’ân’ın ilk hâfızı olmanın şeref ve mesuliyetini hep omuzlarında taşımış.
Nasıl ki kalem, Kur’ân’ın nuruyla aydınlanır ve edebiyatın büyülü dünyasında yolculuğa çıkar; Ubey ibn Kâ’b da bu yolda İslam’ın hafızası ve Kur’ân’ın meşalesi olmuştur. Onun fedakarlığı, ilim ve hikmet hazinelerini gönüllere ve zihinlere taşımıştır.
Kaynakları okudukça Hazreti Ubey’in, dönemin gençlerine ilmîn ve ahlakın birleşimi de öğrettiğine şahit oluyorum. Onun hafızasında saklı olan âyetler, hayata dair doğru yolu bulmada açık ve net rehberlik etmiştir. Hazreti Ubey, rehberliğe özlem duyan öğrencilerini, İslam’ın iç huzuruna doğru yolculuğa çıkarmıştır.
Ubey ibn Kâ’b; İslam’ın parlak yüzünü temsil etmiş ve Resûl-i Ekrem’in seçkin sahabilerinden biri olmuştur. Onunla ilgili hikayeler, asırlar boyunca Müslümanların gönüllerine su serpmiştir.
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Kur’ân’ın dört kişiden alınmasını tavsiye etmiştir. Bunlar Abdullah ibn Mesûd, Ebû Huzeyfe’nin mevlâsı Sâlim, Muâz ibn Cebel ve Ubey ibn Kâ’b’dır.[1]
Nâzil olan âyetlerin yazılı olduğu materyaller, Ubey ibn Kâ’b ve diğer birkaç sahabi tarafından derlenmiştir. Onların gayretleri sayesinde Kur’ân, yazılı bir kitap olarak günümüze ulaşmıştır.
Ubey ibn Kâ’b, Kur’ân’ın güzel bir okuyucusu ve muallimi olarak da tanınmış. Kureyş diline ve Arap edebiyatına olan hâkimiyeti sayesinde Kur’ân’ı anlamak ve açıklamak için güvenilir bir kaynak olmuştur. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) döneminde gelişen birçok olayı, onun anlatımı sayesinde daha iyi anlamak mümkün olmuştur.
Hazreti Ubey, Medine’ye hicret ettiğinde de Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından saygı görmüştür. Hayatının sonuna kadar Müslümanların birlik ve beraberliği için gayret göstermiştir.
Ubey ibn Kâ’b, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) vefat ettikten sonra Müslümanlara rehberlik etmitir. Hazreti Ubey, İslam tarihine damga vuran örnek sahabilerden biri olarak anılmaktadır.
Bu kıymetli kahramanlar, sadece İslam tarihinde değil, kalblerimizde de yolculuk yapıyorlar. Bu yıldızlar, semamızda parlayarak hâlâ umut veriyorlar.
Sahabilerin kutlu hikâyesinin İslam’ın mirası olduğunu bir kere daha hissetmiş oluyoruz bir yaz hatırası vesileyle. Bize ulaştırdıkları mirasa sahip çıkarak sevgi ve merhametle yaşamaya ve yaşatmaya devam edeceğiz inşallah.
Dipnolar
[1] Buharî, Fezâʾilü’l-Ḳurʾân, 8.