2025 Edebiyat Genel Haziran 2025 Hümeyra Bal

Soğuk Kalorifer 

Yazar: Hümeyra Bal

Sırtını yasladığı kaloriferi eliyle yokladı. Hâlâ ısınmamıştı. Yine de seminer odası yatak odasından daha sıcaktı. Yanına bir tuvalet kağıdı rulosu almıştı. Geceyi burada geçirmeyi planlıyordu. Çünkü bu hasta hâliyle o soğuk odada, yayları sırtına batan yatakta uyuyamıyordu. Üstelik pencerenin içeri hava sızdırdığını düşünüyordu. Bir de.. Pek sevdiği oda arkadaşı, kıymetli ablası da hastaydı, sıkça öksürüyordu. Uykuya dalmayı denediği ilk saatlerde hep onun öksürük sesiyle sıçrayıp durmuştu. Onun için de şifâ duası ediyordu tabii. Hâl böyle olunca yeleğini üzerine alıp kaldığı katın sonundaki seminer odasına sığınmakta bulmuştu çareyi.

Bir talebe kampının ilk günü hasta olmuştu, kendisinin talebe olarak orada bulunmaması da cabasıydı. Fakat şekvaya lüzum yoktu. Dost ile muhabbet, hastaya şifaydı. Ve o dostları ile birlikteydi. 

Kendine âdet edindiği bir huyu vardı. Böyle anlarda gözlerini kapatır, düşünürdü. “Acaba bir sene sonra nerede, ne hâlde olacağım? Şimdi kendime dert edindiğim şeyler, o zaman bir mânâ ifade edecek mi?”

Bir çeşit iç muhasebe gibiydi bu. Dertlerin ve devaların fâni, dertleri ve devaları Veren’in bâkî olduğunu böyle hatırlatmaya çalışırdı kendine. 

Bilmiyordu ki, ilk defa o gece sırtını yasladığı o kalorifer uzun seneler arkasında duracaktı onun. O gece, on yedi yaşında, endişeli ve tecrübesiz bir çocuktu. Uzun koridorun sonundaki mutfağa gidip kendine bitki çayı yapmaya çekinecek kadar küçüktü.

Bilmiyordu ki, seneler sonra oraya her gidişinde birilerine çay, kahve ikram eden o olacaktı.

Zaman müstakîm bir hat gitmiyordu* ve zannedildiğinin aksine zaman geçmişten geleceğe doğru akmıyordu. Tam tersi, gelecekten şimdiye uğrayıp geçmişe dökülen bir nehirdi o.** Bu yüzden belki de geleceğin duaları geçmişin imtihanlarına ışık tutuyordu. Henüz “istihdam” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmezken, nasıl bu yolda istihdam edilmek için dua edebilirdi ki? Demek ki büyüyüp biraz olsun dua etmeyi öğrendiği bir vakit bu büyülü kelimeyi telaffuz edecek, istihdam edilmenin hâyâlini kuracaktı. 

Burada ağlayacak, burada gülecekti. Burada incinecekti, belki de incitecekti, sonra incinmemeyi öğrenecekti. Ve de gönül almayı.

O kalorifere yine sırtını yaslayacak, hâtıralar, hayat hikâyeleri dinleyecekti, ağlayacaktı. O sıralar öğrenci evine yerleşmek için yeni tutulan evin açılmasını bekliyordu. Zor bir bekleyişti. Her gün uzun yol gidip gelmek değildi mesele, o da bir Işık Evi sakini olmak istiyordu bir an evvel. Bir türlü eve yerleşemeyişine, yaşının ve mizacının verdiği duygusallıkla çok üzülüyordu. 

Ama haberi yoktu, ilk Işık Evlerinin nasıl açıldığını, bizzat açan kişiden dinleyecekti yıllar sonra bu yurtta. Sonra İstanbul’daki o büyük yurtların kimin himmetiyle inşa edildiğini, himmet edenin evladından öğrenecekti.

“İstihdam”ı anlayacaktı işte öyle. O kalorifere sırtını verip anlatılanları dinlerken, “hadim olunacaksa böyle olunur” diyecek, bunun duasını edecekti. Fakat bu meselenin en hayret verici yanı, “istihdam”ın, “hadim” olmanın ne olduğunu bilmezken sanki daha masumdu hayatı. Bu “safvet” denen tılsımın yaş aldıkça azalmasındaki hikmeti idrak edemiyordu bi’ türlü.

Gözlerini açtığında kısa bir an için de olsa uyuyakaldığını fark etti. Burnu tıkanmıştı, kalorifer hâlâ aynı sıcaklıktaydı. Odasına gitse galiba daha sıhhatli olacaktı.  

Sessizce yürüdü koridoru. Bütün öğrencilerin sesi kesildiğine göre saat gerçekten geç olmalıydı. Usulca odaya girdi, yeleğini sandalyenin üzerine bırakırken ablası uyandı.

“Nasıl oldun?” diye sordu.  

İçi sımsıcak oldu o zaman, biri gürültü edip gecenin bir vakti kendisine uyandırsa, böyle müşfik bir sorabilir miydi o da?

*

Sabah oldu, akşam oldu.

Bir vakit sevgili ablası ile yine o seminer odasında baş başa kaldılar. Bir söyleyeceği var gibi, mânidar bakıyordu ablası.  

Meğerse bir öğrenci evinde onun için yer açılmıştı! Gerisi çok uzun hikayeydi. Işık Evine yerleşti. Sonra arkası kesilmeyen bir kamp silsilesi başladı. Bir yerde, bir zamanda kampa gitmek için ettiği bir dua, eşref saatine denk gelmiş olmalıydı.  

“Bir sene..” muhasebesi devam ediyordu içinde.  

Bir sene sonra bizimki, tam da aynı tarihlerde bir başka kamptaydı. Bir sene sonra, yine. Sonra tam bir sene olmadan yine gitti o yurda. Bu kez epey uzun kaldı. Çok yaşlı bir abla tanıdı orda. Yaşlı diyorsa, yaşadığı yılları sayıp diyordu. Oysa kendini dokuz yaşında zanneden genç bir hanımefendiydi o. Çok muhabbet ettiler, “ünsiyet” ve “ülfet”i öğrendi ondan.

Kendi çok sevdiği ablasının pabucu dama atılacak gibi oldu bir zaman. Fakat hayır, onun yeri ayrıydı. 

Kaç defa giderse gitsin, hayreti ve hayranlığı hiç tükenmiyordu. O mescidin penceresinden içeri sanki rüzgâr değil, üns esintileri doluyordu daima.

Sanki orda yapılan tesbihatlar renge, rayihâya bürünüyor, mescidin atmosferini katmer katmer kuvvetlendiriyordu.

Hiç tanımadığı insanlarla kaldı orada, sonra çok uzun zamandır tanıdığını zannettiği insanlara ilk kez orada âşina oldu.  

Ancak aklında hâlâ tekrarlanıp duran bir soru vardı. Öğrendikçe, yaşadıkça saflaşacağı yerde, niçin kirleniyordu? “Safvet” neden böyle konar göçer, gelir gider bir şeydi?

Şevkler, heyecanlar, muhabbetler, neden göçmen kuşlar gibi, uğrayıp gidiyorlardı hemen? Kalsalar olmaz mıydı..

Kalorifer seneler içinde bir ara tamir edildi. Artık iyi yanıyordu. Yataklar değiştirildi. Yeni yorganlar, yastıklar alındı. Lavabolara paspas konuldu. Odaların hepsi üç kişilik oldu.

Böylelikle göze pek iyi hitap eden, konforlu bir yurt oldu. Işık Evleri de bu gelişimden geri kalmıyordu. Güzel çekyatlı, şık perdeli, kaliteli halıları vardı hepsinin.

Fakat acaba, bu göçmen kuşlar, soğuk kaloriferleri, rahatsız yatakları mı seviyordu?

Sorusunun cevabını kıymetli Hoca’sı veriyordu.

“Nesibe yetiştiği Gül Devriyle şen, şa’d ve hürrem değildi. O, Uhud’u düşününce seviniyor ve gülüyordu. Sırtında, elin, yumruğun girip saklandığı, sırtındaki yarayı gösterdiği zaman mesut ve bahtiyar oluyordu. Gül devirini yaşarken değil.”***

O da, sırtını soğuk kalorifere yaslayıp üşüdüğü zamanları özlüyordu. Çünkü kalb sadakat ve safvetle ısınınca, vücudun soğukluğu zarar vermiyordu. Oysa kalbi soğuyunca insanın, en sıcak iklimlerin coğrafyasına da gitse, üşümesi dinmiyordu.

*[zaman müstakîm bir hat gibi gitmiyor]- Çamlıca Vaazı: Kalbin Miracı

[…]”Allah, zamanı eline takmış çeviriyor ve zaman dairevî olarak hareket ediyor, zaman müstakim bir hat gibi gitmiyor. Bugün birilerine bayram, yarın başkalarına bayram. Bugün birilerine sevinç, yarın başkalarına sevinç. Bugün birileri derenin dibinde emekleyip duracaklar, ama yarın bunlar zirvelerde gezmeye namzet.”[…]

** [Şu mahlûkat, izn-i İlâhî ile, zaman nehrinde mütemadiyen akıyor, âlem-i gaybdan gönderiliyor, âlem-i şehadette vücud-u zâhirî giydiriliyor, sonra âlem-i gayba muntazaman yağıyor, iniyor. Ve emr-i Rabbânî ile, mütemadiyen istikbalden gelip hale uğrayarak teneffüs eder, maziye dökülür.] – Mektubat, İkinci Mektup, Yirminci Makam

*** [Nesibe yetiştiği Gül Devriyle şen, şa’d ve hürrem değildi.] – Hisar Vaazı, 7