Aylin Arda Edebiyat Eylül 2024

Bir Gün Yeniden

Gecenin ilerleyen saatleriydi. Herkes yatağına geçmiş, ev sessizliğe bürünmüştü. Ne de olsa yarın erken kalkılacaktı. Gün erkenden başlayacak, bereketlenecek ve güzelleşecekti. Yarın büyük gündü. Yarın mutluluktu, huzurdu, sevinçti, bir araya gelmekti… Yarın bayramdı.

Kahverengi gözlerini kocaman açmış, tavanı izleyen minik kızın içi içine sığmıyordu. Neden uyuyorlardı ki şimdi? Ne gereği vardı? Bayram gelsindi hemen!

İçindeki heyecan ve mutluluk onu sabırsızlandırıyor, kalbinin hızlanmasına, minik yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmasına vesile oluyordu. “Ayça, uyu hadi!” O kadar çok kıpırdanmıştı ki bir uyarı geldi. Kulaklarına dolan sesle beraber yatakta dönmeyi kesen minik kız parmaklarıyla oynamaya başladı şimdi de. Yarının hayallerini kuruyor, içindeki sevinci artıyordu.

Bayramları sevmesinin en büyük sebebi, sevdiği insanların bir araya gelmesi, bir çatının altında toplanmasıydı. Ne zaman ailesi ve akrabaları bir araya gelse Ayça’nın gönlüne sanki bahar geliyor, mutlulukla etrafta geziyor, bir dakikasını bile boşa harcamak istemiyordu.

“Babaanne, yarın çok güzel olacak, değil mi?” diye fısıldadı yanında yatan yaşlı kadına. “Babaanne!” Ses gelmediğinde bir kez daha seslendi. Uyumuş muydu yoksa? “Babaanne, babaanne, babaanne…” Yatağın diğer ucuna doğru yuvarlandığında minik elleriyle yaşlı kadının koluna dokundu. “Bu kadar hızlı uyuyamazsın ki!” Tam daldığı sırada uyandıran minik haylaza, yarı sitemkâr, yarı şaşkın bir şekilde, “Efendim, güzel torunum.” diye cevap verdi yaşlı kadın.

“Benim hiç uykum yok! Biz hazırlıklara başlasak mı seninle?” Babaannesi Ayça’nın bu teklifine sessizce gülerken Ayça başka bir soru daha yöneltti: “Yarınki menümüzün üstünden mi geçsek babaanne?” Duyan da karşısında organizatör var sanırdı; o derece ciddiyetle soruyordu dokuz yaşında kendini büyük sanan minik.

“Daha sabaha çok var, Ayça. Uyuyalım ki dinç kalkalım, tamam mı?” Her bayram Sema Hanım’ın evi çocuklarla şenlenir, neşeyle dolardı. Abi kardeş bir araya gelinir, kuzenler ile buluşulmuş olunur ve özlem giderilirdi. Ayça her bayram yaptığı gibi bu bayramda da annesi ve babasından önce, yaz tatili başlar başlamaz soluğu çok sevdiği biricik babaannesinin yanında almıştı. Anne ve babası da arefe gününden bir gün önce yola koyulmuşlardı. Amcası ve yengesi de babaanesinin evine varmış ve böylece aile yine bir araya gelmişti. Akrabalarıyla çok sık bir araya gelemedikleri için ayrı bir değeri oluyordu bu zamanların. Bayramın bir araya getirici özelliği kendini gösteriyordu.

“Bak, annem, ‘Uyusun, erkenden uyandırmayalım.’ falan derse sen gel yine de beni uyandır; tamam mı babaanne, geçen bayramki gibi yapmayın.” O kadar menü çıkarmıştı minik şef, hazırlıkların başında durmalı, ne oluyorsa takip etmeliydi. İki gün önceden hazırlamış olduğu elbisesini giyecek ve saçlarını yengesine ördürecekti. Çok işi vardı, çok…

“Tamam kuzum. Söz, uyandıracağım. Beraber açacağız gözlemeleri.” Aldığı cevap karşısında mutlulukla el çırparken babaannesinin yanağına bir öpücük kondurdu. “İyi geceler babaannem.” derken gözlerini kapatıp kendini uykunun kollarına teslim etti. Yarın çok güzel olacaktı.

Ertesi sabaha mutluluk ve enerjiyle uyanan Ayça, babaannesiyle beraber mutfakta kahvaltı için yapılan hazırlıklara yardım etmiş, özenle sofrayı kurmuş ve çiçekli elbisesini giymişti. Her bayram olduğu gibi yine harika bir bayramın başlangıcını da böylece yapmışlardı. Bir arada…

Zaman geçiyordu. Nice bayramlar geliyor ve gidiyordu. Küçükken bayram hep babaannesinin evinde, onun yanında uyanarak başlardı. Arefe gününde kabir ziyaretleri gerçekleştirilir ve bayram sabahına büyük bir çoşkuyla kalkılırdı. Ailecek yapılan kahvaltının ardından büyükler ziyaret edilir, misafirler ağırlanırdı. Ayça bu döngünün hep böyle gideceğini düşünmüştü. Hep babaannesiyle beraber bayram sabahına uyanacağını düşünürdü, ancak zaman alışılmışı değiştiriyordu. Kaderin farklı planları vardı…

Telefonu karşısına koyduğunda heyecanla cevaplanmasını bekledi. Bir kere çaldı, iki kere çaldı ve üç demeden o tanıdık yüz ekrana çıkıverdi. “Hayırlı bayramlar, babannem!” Genç kız yüzünde kocaman bir gülümsemeyle kuş gibi şakıdı.

“Hayırlı bayramlar, benim canım torunum!” Yılların izlerini taşıyan kadın, yüzündeki gülümsemeyle telefonu cevaplarken gözleri daha ilk saniyede doluverdi. Artık bayram sabahlarında yan yana uyanamıyorlardı. Zaman onlara da dokunmuştu. Yaşanılanlar memleketlerini bırakmalarına ve uzak diyarlara hicret etmelerine sebep olmuştu. Dört yıldır bayramlarda bir araya gelemiyorlardı. Aynı sofraya oturamıyor, sıkıca kucaklaşarak bayramlaşamıyorlardı. Ancak buna da şükürdü.

Bir nimetin değeri kaybedilmeden anlaşılamıyordu. Beraber geçirebilme imkânları olduğu zamanlarda hiç şimdiki kadar iyi anlamamışlardı o günlerin değerini. Rahman’ın lütfettiği fırsatları hiç bu kadar geniş pencereden görememiş, yeteri kadar şükretmemişlerdi belki de… Şu anki imkânlara şükrediyor, İlahî takdirin her zaman en iyisi olduğu şuuruyla bu günleri de atlatmanın bir yolunu buluyorlardı.

“Gözlemeler yapıldı mı, şef?”

“Gözlemeler seni bekliyorlar, minik şef! Sen gelene kadar seni bekleyecekler.”

“Bir gün… Bir gün yeniden…”