Sorular coğrafyasının kadim üyeleriyiz hepimiz. Her gün yeni bir soruya, her soru ise yeni bir güne aralar kapılarını. Kimimiz bu soruları zihninin derinliklerine dek nakşederken kimimiz de göz ucuyla bakıp devam eder yoluna.
Hayat denen yolculuğa çıkarken heybemizde bin bir türlü soruyla başlarız maceraya. Cevaplara ulaştığımızı sandığımızda da yeni sorular sarar dört bir yanımızı. Yeni sorular yükselir zihnin büklüm olmuş düğümünden ve herhangi bir cevabın ucunu yakaladığımız gibi devam ederiz yolumuza ya da döneriz en başa.
Hayat, mutluluk, umut… Hepimizin cebinde taşıdığı sorular yok mu? İnsan olmanın muhteşem bir ziyneti akıl sahibi olmamızken bunu yanlış kullandığımızda ihanet etmiş olmaz mıyız insaniyetimize? Düşüncelerimiz ve sorularımız, bizim kendi maviliklerimiz, zihnimizdeki gökyüzümüz… “Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir.” diyor yazar. Düşüncenin gücüne inandığımızda, sorularımızın elinden tutup adımlarına eşlik ettiğimizde, dünyamız anlam kazanmaya başlar. Düşüncenin gücünü bilenler, bu yüzden insanların sorgulama kabiliyetlerini ellerinden almak istemiyorlar mı? Bu yüzden hep birbirine benzer düşünceler çoğalmadı mı etrafımızda? Bir fabrikada üretilmiş gibi, herkesin basmakalıp görüşleri, hayatımıza renk katmaktan ziyade var olan renklerimizi solduruyor. Sonrası ise derin bir umutsuzluk ve sana ait olmayan bir düşünceyi zihninde taşıyarak yapılan hamallık…
Ekmek gibi, su gibi düşünmek de bir nimettir insan için. Bize bahşedilen bu güzel nimetin farkına vardığımızda güzelleşmeye başlar her şey. Cevaplara ulaşmak bazen zor, bazen imkânsız gibi görünür, ama bu yolda yürüme cesareti gösterdiğimiz her an, insan yanımızla, düşüncelerimizle var oluruz. Evet, sorular coğrafyasının kadim üyeleriyiz biz…