Her eserin bir hikâyesi vardır. Bazı eserlerin hikâyesi ise filmlere konu olacak kadar enteresandır. Bazılarının hayatlarının belirli dönemlerinde yollarının kesiştiği, kesişmese bile varlığından haberdar oldukları bir eser: Oxford İngilizce Sözlüğü.
Oxford İngilizce Sözlüğü’nün yazılış hikâyesinin anlatıldığı kitabı, Simon Winchester 1998 yılında yayımlar. Bir sene sonra Mel Gibson kitabın haklarını satın alır. 2019’da kitap sinemaya uyarlanmış hâliyle karşımıza çıkar: The Professor and the Madman (Türkçe adıyla Deli ve Dâhi).
Başrollerini Mel Gibson ve Sean Penn’in paylaştığı film, karanlık bir sahneyle selamlar bizi. Bu sahne acaba bir gerilim filmi mi seyrediyorum sorusunu akla getirse de film bambaşka bir yolda ilerler. Film, bir sözlüğün hazırlanış hikâyesini anlatırken, gerçek hayat hikâyeleriyle tanıştırır bizleri: James Murray (Mel Gibson) ve Dr. William Chester Minor (Sean Penn).
Maddî zorluklardan dolayı okul hayatını 14 yaşında yarım bırakmak zorunda kalan James Murray, birçok dile hâkimiyeti olan bir İskoç’tur. Dille ilgili bir eğitim almamıştır, ama kendini o kadar iyi yetiştirmiştir ki sözlüğün editörlüğüne kabul edilir. Dr. W. C. Minor ise ABD ordusunda cerrah olarak görev yapmış, delilik ve dahilik arasındaki ince çizgide yürüyen ve Büyük Britanya’da yaşayan bir Amerikalıdır. İç Savaş sırasında bir asker kaçağının yüzüne D harfini ceza olarak dağlatır. Bunun sebebi ise “deserter” yani “kaçak” kelimesinin baş harfinin “D” olmasıdır. Bu olaydan sonra psikolojik sorunları baş gösterir.
Murray, Oxford İngilizce Sözlüğü’nün denetim kurulunu yönetmektedir ve sözlüğün beş yılda, dört ciltte ve 7.000 sayfa uzunluğunda tamamlanmasını öngörür. (Sözlük 1928’de yayımlandığında, 12 cilt ve 414.825 kelimedir). Murray tam anlamıyla hayatını sözlüğe adar, gecesini gündüzüne katarak büyük bir tutkuyla çalışır. Fakat işler beklenildiği gibi gitmez. Çünkü sözlüğe girecek her kelime için kaynaklardan yeterince referans toplamaları gerekir. “Art” (sanat) kelimesi için tarihten yeterince referans bulamazlar ve halka bir çağrıda bulunurlar. Bir bildiriyle halktan ellerindeki kaynakları kullanarak kelimeleri tarif etmelerini ve mektupla yollamalarını isterler.
Bu arada Dr. Minor, yaşadığı nevrozun etkisiyle suçsuz bir adamı öldürür ve bir akıl hastanesine yatırılır. Minor sürekli hayaller görmektedir. Onu hayalî karakterlerden uzaklaştırabilen tek şey kitaplardır. Bunu filmde şu sözleriyle ifade eder: “Kitapların sırtlarına çıkarak bu yerden uçup gidebilirim. Kelimelerin kanatlarında dünyanın sonuna kadar gittim. Okuduğum zaman kimse peşime düşmüyor. Okuduğum zaman kovalayan benim.”
Minor, bir gün bildiriyi görür ve binlerce kelimeyi referansları yardımıyla detaylı bir biçimde tanımlayarak Murray’e postalar. Bu esnada Murray ve ekibi bir çıkmaza girmiştir ve Minor’ın gönderdiği açıklamalar çıkış noktası olur. Minor, Murray’ın dikkatini çeker ve ikili mektuplaşmaya başlar. Aralarındaki dostluk günden güne güçlenir. Kelimelerin mânâlarının bir araya getirdiği bu iki adamın hikâyesi gitgide daha ilginç bir hâl alır.
Filmde, alakasız hayatlar yaşayan insanların birbirlerinin hayatlarına bıraktığı derin etkileri görüyoruz. Diğer yandan 19. asırda yaşayan bir insanın, ait olmadığı bir ülkede, o ülke için neler başarabileceğini izliyoruz. Bu, bizlere değerli bir şeyler yapmak için ülke sınırlarının önemli olmadığını hatırlatıyor. Özellikle yeni ülkelerde, yeniden hayata tutunduğumuz bugünlerde, bu film önemli mesajlar içeriyor. Bundan sonrasını, filmi merak edenlere bırakalım.
İyi seyirler…