Dr. S. Sinem Akbulak Edebiyat Temmuz 2022

Bayram Kahvaltısı

Metin, çalıştığım hastaneye geldiğinde, öyle adı gibi pek de metin olmayan bir çocuktu. Son birkaç aydır doktor doktor dolaşmış, ancak hastalığı teşhis edilemediği için giderek düşkünleşmiş ve artık yürüyemez olmuştu. Aslında sorun bir akciğer hastalığı olduğu hâlde dizlerinde derman kalmayan Metin, her yere kucakta taşınıyor, bu durumdan utandığı için de konuşmuyor ve yeni tanıyan herkeste engelli bir çocuk olabileceği hissini uyandırıyordu.

Kliniğe yatalı neredeyse iki ay olmuş, hastalığının teşhisi belli olmuş, düzenli bir tedavi aldığı hâlde bir türlü yürüyememişti ve mecbur kalmadıkça da konuşmak istemiyordu. Kronik hastaların tedavilerini takip eden doktorlar ve hasta yakınları, moral ve motivasyonun bu hastalar için ne kadar önemli olduğunu bilirler. Yaklaşan bayramın Metin için anlamı ne olacaktı? İlk defa geldikleri, bilmedikleri bir şehirde, annesiyle hastane odasında, iki aydır geçirdikleri sıradan günlerden biri mi olacaktı bu bayram? Yoksa hem hasta hem gurbette, sevdiklerinden uzak olmanın verdiği hüzünle mi geçecekti?

Ramazan ayını güzel değerlendirmeye çalışmış, ödülü bayram olan bu kutlu zaman dilimlerinin tadını çıkarmaya hazırlanıyorduk. Evlerimizin yanı sıra hazırlıklar her zamanki gibi klinik içerisinde de devam ediyor, bayramda evine gidemeyecek durumdaki hastalarımızı mutlu edebilecek ayrıntılar düşünülüyordu.

Arefe günü koca klinikte evine gidemeyecek durumda olan tek hastamız Metin idi. Morale ihtiyacı olan bu küçük hastamı evimde konuk etmeyi düşündüm. Metin’e, “Sabah saat 9.00’da seni ve anneni alıp sürpriz bir yere götüreceğim.” dedim. Metin konuşmak istemediği için bu duruma memnun olup olmadığını bile anlayamamıştım. Sadece olur anlamında başını salladı ve anlaştık.

Sabah ev halkının erkekleri bayram namazına gitmiş, arkasından da her yıl olduğu gibi aile büyükleri bizim evde bayram kahvaltısı yapmak üzere toplanmışlardı. Misafirlerden kısa bir süre için izin isteyip eve sürpriz bir konuk getireceğimi söyleyerek evden ayrıldım. Herkes merakla beklemeye koyuldu. Uzun zamandır görmedikleri bir akraba ya da bir arkadaş olabilirdi bu misafir. Hastaneden gelen küçük Metin ve annesiyle zili çaldık. Kapıyı Metin’den bir yaş büyük kızım açtı. Ev halkı şaşkınlıktan misafir çocuğun kim olduğunu bile soramadı. Kısa bir tanışmanın ardından bayram kahvaltımızı yapmak üzere sofraya oturduk. Metin, annesi ve bizler bu güzel bayram buluşmasından çok mutlu olmuştuk. Neyse ki davetimizi kabul etmişlerdi de biz de onların sayesinde farklı bir bayram yaşayacaktık.

Kahvaltı yapıldı, kahveler içildi, sohbet koyulaştı, derken kızım bayram harçlığı almak için aile büyüklerinin ellerini öpmeye başladı. Kızımın elini öptüğü her aile büyüğü, yerinden kalkarak Metin’in yanına gelip onu da öpüp kucaklıyor, bayram harçlığını veriyordu. Bir ara Metin’in yüzündeki tatlı tebessümden güç alarak kızım Metin’e, “Apartmanda şeker toplamak ister misin?” diye soruverdi. Metin çok istekli bir şekilde, “Evet!” diye bağırarak cevap verince mutlulukla karışık endişeli bir hâl kapladı hepimizin yüzünü. Metin’in iki aydır yürüdüğü görülmemişti. Hastalık sebebiyle zayıf düşen bedeni, 13 katlı bir apartmanın her katının komşu zillerini çalarak şeker toplamaya nasıl güç yetirecekti? Bütün bu kaygılarla mücadele ederken Metin usulca oturduğu yerden ayağa kalkarak kızıma, “Haydi gidelim!” dedi ve kapıya yöneldi. Gördüklerimiz karşısında âdeta dilimiz tutulmuş, Metin’in ayakta durmaktan ne zaman pes edeceğini beklemeye koyulmuştuk. O ise bu sessizliğe bir anlam verememiş gibi geriye bakıp, “Gitmeyecek miyiz?” diye sordu, bizlere de unuttuğumuz nefesi almamız gerektiğini hatırlatırcasına… Kapıyı açıp onları uğurlarken ellerine şeker koymak için birer torba verip Metin’i ondan sadece bir yaş büyük kızıma emanet ettik. Bize bu tablo karşısında ağlamak ve şükretmekten başka bir şey düşmedi. Yarım saat sonra gayet mutlu, yüzü güler vaziyette, hatta para ve şekerlerini saymak için can atan bir çocuk olarak geri gelmişti.

Güzel ve unutulmaz bir günün ardından, onları hastaneye götürme vakti gelmişti. Metin’in, tedavisi aksamaması gereken önemli bir akciğer rahatsızlığı vardı. Az da olsa yürümeye o günden sonra da devam etti, hatta giderek daha çok yürümeye başladı.

Tatil bitmiş, bayram için izinli gönderilen hastalarımız geri gelmiş, eski çalışma tempomuz tekrar başlamıştı. Artık diğer hasta odaları arasında mekik dokumaya başlayan Metin’in de yavaş yavaş taburcu olabileceği ve kalan tedavisine evde devam edilerek ara sıra kontrole gelebileceğine karar verildi. Metin’in taburcu olması planlanan tarihten iki gün önce, yaz tatili için yurt dışına çıkmıştım ve yaklaşık 20 gün sonra dönmeyi planlıyordum. Yokluğumda Metin’in tedavisini diğer çalışma arkadaşım yürütecekti. Sadece iki gün… Vedalaşıp klinikten ayrıldım. O günün son mesai günüm olduğunu yaklaşık bir ay sonra anladım.

Küçük Metin sanki dönmeyeceğimi hissetmişçesine klinikten birinin telefonu ile beni arayarak, “Doktor teyze, ne zaman geleceksin?” diye sordu. O sıralar ülkemizin başında kara bulutlar dolaşmaya başlamıştı. İşinden ihraç edilen binlerce insan, mağdur binlerce aile gibi biz de süreçten nasibimizi alacağız galiba diye iç geçirerek, gidişatı da kestiremediğim için, “15 gün sonra Metinciğim…” deyiverdim. Bir süre sonra, yurt dışından geri dönmeyeceğimi çalışma arkadaşlarıma bildirdim. O da bu gelişmeden haberdar olmuştu. Çoktan taburcu olduğunu sandığım Metin’in, yürümeyi ve konuşmayı bıraktığını, planlanan taburcu edilme tarihinin ertelendiğini öğrendim. Ah çocuk, bana baş etmesi ne zor bir üzüntü hediye ettin!

Aradan geçen sayılı günlerin ardından kısık ve mahzun sesin sahibi, “Doktor teyze, gelemeyeceğini söylediler!” dedi.

“Evet Metin, bir süre daha kalmalıyım, işlerim uzadı burada.”

“Sen olmazsan ben bu hastalıktan ölür müyüm?”

Kelimeler boğazıma dizilmişti. Metin beni ikinci kez şaşırtmıştı. Cevap bile veremeden telefonu elinden bıraktı. Bugün bile hâlâ kulağımda çınlayan hıçkırıkları yetmezmiş gibi, küçük hastamızın sağlık durumunun eskiye benzer şekilde gerilediğini ve bir süre daha hastanede kalacağını söyleyen ses, yarama iyice tuz basmış, dizlerimde derman bırakmamıştı. “Şifayı lütfeden Allah, sabrın sonu selamet, iyileşmeye bak, bu günler geçici.” desem yedi yaşındaki bir masum anlayabilir miydi, anlamak zorunda mıydı?

Vicdanımda bir daha hissettim ki hayat, dünya hayatından ibaret değildi. Herkesin Sahibi Allah’tır, Metin’in de…