Ağustos 2022 Edebiyat Sümeyye Sakarya

Çayı Kahveyle Demle!

Kimilerine göre güneşin doğmasıyla başlar hayat, kimilerine göre de koyu bir gecede. Islık çalarken çaydanlık, tam kenarında çay ve ben birbirimize bakar, kim daha önce demlenecek deriz. Bendeniz ailenizin hizmetkarı, acı ve kederlerinizi içime akıttığınız “kahve”niz. “Demlenmek” hayatî bir önem teşkil eder. Çok gördüm ben yollarda demini almamış hayatları… Baş ağrılarıyla bir o yana, bir bu yana kavak ağacı gibi sallanarak hayatı geçirenler! Süzgecimden geçmeyenler midenize oturmasın, maazallah!

Bir fincan kahve deyip de geçmeyin, hissettiklerinizden daha fazlasını anlarım, bir yudumda kızgın mı heyecanlı mı ya da kederli mi sevinçli mi olduğunuzu! Hatta aile ilişkilerinizi, vücut sağlığınızı, seyahat edip etmediğinizi ve finansal durumlarınızı bile! Bazen sütün içinde bir mahsur bazen de zifirî karanlıkta nur arayan olurum. Her kahve türü bir nevi kimliğinizi ele verir. Pasaport kontrolü denir buna, sınırlar da bellidir. Soğuk mu sıcak mı olduğuna karar verin yeter ki. Artık zaman değişti, nerede o közde yapılan kahveler! Şimdi adını bile söylemekte zorlandığım isimler çıktı. Yakında benim bile dil kursuna gitmem gerekecek; bu adları ezberlemek zor, temelim sağlam olsun!

Herkesin kahveden aldığı tat da benzersizdir. Güzel geçen bir günün yorgunluğunun ardından şeker gibi gelir lezzeti. Tam aksi mi? Onu siz benden daha iyi bilirsiniz! Zehir gibi demek istemem, zira kendime hakaret kabul ederim efendim. O sizin tatsızlığınız! En önemli hususlardan biri de kiminle ve ne ile yârenlik ettiğimdir. Benimle aynı renkte gözleri olmasa bile muhabbetinin koyu olduğu sevdiklerin eşlik ettiyse değme keyfine! O kadar hatırım olsun, değil mi?

– Dur çekil azıcık, yeter bu kadar kahve edebiyatı! İki kelâm da ben edeyim, tuttu yine gevezeliğin!

– Sen ne ara demlendin ya hu!

– O kadar çok konuştun ki tavşan kanı rengimi kendi gözlerine yordun. Her sabah seninle uyanmak zorunda mıyım ben? Neyse bir fincanlık vaktin var, sen de haklısın. Ben bardak bardak hizmet ediyorum insanlığa. Üstad bile yeni bir işe başlayacağı zaman, “Doldur keçeli!” diye bana işaret ediyor. İnanmazsan aç bak Risalelere!

Efendim, bazı memleketlerde beni çok bilmeyebilirler, olanlar da benim taklitlerimdir. Tutturmuş gidiyor insanlar, dillerinde markalı içecekler. Aman ha siz ne olur ne olmaz, termoslarınızdan beni eksik etmeyin, yoksa yakıtı bitmiş araç gibi kalırsınız yollarda, maazallah! Kahve ağrısına da benzemez bu!

Kahvaltının neşesiyim daha ne olsun! “Sofrada bir kuş sütü eksik!” derler ya, o yanlış aslında. Hele bir ben olmayayım, kuş sütü oluk oluk aksa da nafile! Efendim, kendini beğenmişlik değil bu, hakikat! Tevazu mühimdir elbette, lakin çaysız bir sofranın da nasıl olacağını siz benden iyi bilirsiniz. Bunları konuşup da canımızı sıkmayalım şimdi.

Aslında yaşımı göstermesem de kahveye göre daha kadim zamanlara dayanır köklerim. Çin hükümdarlarından biri olan Shennong, kaynamakta olan suya dalımdan bir yaprak düşünce, o sudan içip bendeki istidadı fark eder. O gün bu gündür dönen dünyanın içinde ben de Mevlevîler gibi dönerim. Ben Âdem’den, Âdem benden memnun. Mevla da her ikimizden memnun ola!

– Âmin!

– Vay kahve gözlüm! Bu ikindi yine sohbete bize geliyorlarmış. “Beş çayı”ı da olmasa milletin hâli harap!

– Aman sana yine limon sıkarlar, ekşi suratın da hiç çekilmez şimdi!

– Karışma sen! Herkesin bir damak tadı var. Nerede kaldık efendim? Bu kahveciğimin de öyküsü Kızıl Deniz’in oralarda başlamış. Havanın sıcaklığıyla mayışan Yemenli bir çoban, ne olduğu bilinmeyen, ama aslında kahvenin ataları olan çekirdeklerden birini yiyiverir. Zıpkın yemiş gibi enerji bulan bu çocuk hoplamaya zıplamaya başlar. Kahveyi bulan Yemenli çobanı tanımasak da tadında hemfikirsiniz. Öyle değil mi?

– Sanki seni duyabilecekler de!

– Olsun, bizi duyan Bir’i var ya, yeter de artar bile! Herkesin bir yaratılış gayesi var. Çakıl tanem, bizim hikâyemiz de kalbi kırıkları ısıtmak, hayatlarının yokuşunda bir nefeslik mola olabilmek… Ne kadar seninle aramızda atışsak da severiz birbirimizi. Bakma sen bir nevi “çalışkanlığın” belirtisiyiz. Kimi zaman ders çalışan öğrenciler, kimi zaman iş yerlerinde dişini tırnağına takan babalar, bazen de çocuğunu uyutmuş kafa dinleyen anneler bizim daimî üyelerimiz. Aslında üretkenlere, gayretlilere arkadaş olur, onları korur ve kollarız. Düşünceleriyle hemhâl oluruz. Var mı bizden daha bahtiyar?

Hişt! Kahve gözlüm, bitti mi fincan?

A! Benim de vaktim dol…!