Gözlerindeki pus azaldıkça etrafını daha iyi görmeye başladı. Nevresiminin çiçekli deseni, sabah yeliyle hafifçe sallanan tül ve pencereden tülün dalgalarına düşüp yüzünü yalayan güneş ışınları, ne kadar da büyülü görünüyordu. Gittikçe netleşen görüntüler, manevî bir ışıkla parlıyordu. Hiç olmadığı kadar keskindi görüşü. Öyle üzgün daldığı bir uykudan böyle güzel uyanabilmesine hayret etti.
Ancak olumsuz düşüncelerin zihnini ele geçirmesi uzun sürmedi. Planlama defteri, birkaç yere göndermesi gereken başvuru formları, gece okuyamadan uyuyakaldığı kırmızı kitap, hemen yanındaki çalışma masasından gülümsüyorlardı ona.
Hayır hayır, mecazî anlamda değil, gerçekten gülümsüyorlardı!
Daha doğrusu yüzleri vardı bu kâğıt parçalarının. Başvuru formlarını biraz daha incelediğinde onların gülümsemekten çok yüzlerini ekşittiklerini fark etti. Planlama defterinin tam da içeriğine yakışacak biçimde heyecanla parlıyordu gözleri. O kırmızı kitabın tebessümü… Aralarında en gerçek görünen oydu.
Menekşe kendisini, yokuş aşağı tepetaklak olmadan koşmaya çalışan iki ayaklı topçuk şeklinde bir yaratığa benzetirdi çoğu zaman. Üzerinde koştuğu -koşmaya çalıştığı- yokuş da upuzun yapılacaklar listesinin kağıdıydı.
İşlerinin çokluğundan değil, o işler ile meşgul olurken kendisini kaybetme korkusu ile cedelleşmekten usanmıştı artık.
Dün de sıkışmışlığının had safhaya ulaştığı günlerden biriydi işte. Saat gece yarısını geçmişken kâle aldığı en son şey, altüst olmuş uyku düzeniydi. İki güne yetiştirmesi gereken ödeve ara vermiş, kafasını dağıtmak için cuma akşamları katıldığı seminerde kullandığı not defterini açıp okumaya başlamıştı. Doğru ya, açtığı sayfada yazan şeylerin karıştırılmış bir hâlini görmüştü rüyasında. Ne kadar da net hatırlıyordu…
Bir an sabah namazını kılıp kılmadığı konusunda endişeye kapıldı Menekşe, sonradan imsak vakti girer girmez seccadesini serdiğini hatırladı. Hatta seccadenin üzerinde uyuyakalmıştı. Peki buraya nasıl gelmişti?
Etrafını incelerken karşısındaki kitaplığa takıldı gözü. Şu kumbara ona göz mü kırpıyordu yoksa o yanlış mı görüyordu?
Az önce gülümseyen kırmızı kitabın bir halüsinasyon olduğunu düşünmüştü, peki bu neydi şimdi?
Üstelik kumbara her göz kırptığında, şu çizgi filmlerde olduğu gibi ufak bir parıltı çıkıyordu gözünden. Evet, delireceği gün gelip çatmıştı işte. Bu insanların, bu işlerin, bu icatların arasında akıl sağlığını kaybetmişti. Durumu kabullenmekte hiç zorluk çekmedi. Delirmiş olmanın verdiği rahatlıkla ellerini önünde kavuşturdu. Bakışlarını tavana kaldırdığında kendisini işaret ederek tartışan minik mahlûkları gördü.
Bu da Menekşe’nin artık akıl ve ruh sağlığının yerinde olmadığına işaret eden son delildi.
Sokağa çıkıp istediği gibi bağırıp çağırabilir, koşabilir, sonra da oturup ağlayabilirdi. Ama hayır, onun bu hâlini gören insanlar şüphelenip yetkilileri arayabilirdi. Sonrası da onun için pek hayırlı olmazdı. Çok zeki olduğu için deli sanılıp tımarhaneye gönderilen mübarek bir zat geldi aklına.
Başını tekrar çalışma masasına doğru çevirdi, kırmızı kitap hâlâ gülümseyerek bakıyordu.
Neden sonra aklına geldi; sokağa çıkıp özgürce koşma fikri, onun hangi elbisesini giyeceğini düşünmesine sebep olmuştu. Bir deli, böyle şeyleri düşünür müydü?
Belki de elini yüzünü yıkaması gerekiyordu. Kalktı, heyecanlı planlama defterini görmezden geldi. Tam ayağını yere basarken bir şeye dokunduğunu hissetti. Yere doğru eğilirken, gözleri şaşkınlıkla açıldı. Yerdeki seccadenin üzerinde biri mışıl mışıl uyuyordu.
Seccadenin kenarlarındaki işlemelerde hareket eden küçük ışık parçaları gördü. Tescilli bir deliydi artık, daha fazla üzerine düşünmeye lüzum yoktu. Bir deliyse, yapması gereken bir şey de yoktu artık.
Tam ayağa kalkıp gidecekken bir ses duydu. Pencereden geliyordu ses. Şimdi şu pencerenin arkasında uçan bir ağaç görürse hiç şaşırmazdı. Öyle de oldu, ağaç olmasa bile kocaman ve ışıl ışıl kanatlarını çırparak ona bakan devâsa bir kasımpatı duruyordu. Bir anda Menekşe’yi kolundan kavrayıverdi. O, “Aman dur!” diyemeden devâsa kasımpatı çekip çıkardı Menekşe’yi odadan.
Evet az önce camın içinden geçmişti. Son kez arkasına dönüp baktığında, tanıdık bir sima gördü seccadenin üzerinde. Bu, kendisiydi.
Diğer yanına ne zaman geldiğini bilmediği ikinci devâsa kasımpatı da çekiştirince kanatlarına tutunup onlarla birlikte uçmaya başladı.
O kendini deli sanıyordu, oysa hakikî vatanına göç ediyordu.