Aralık 2022 Edebiyat Sümeyye Sakarya

Esrarlı Kelimeler

Nasıl başlar mektuplar? Bir kâğıt ve kalem yanımda dururken… Hitap için en güzel kelimeleri mi bulmalıyım ya da beni anlayacak kelimeler mi aramalıyım? Kör olan bir insan nasıl okuyabilir bu mektubu! Gözlerinde mi engeller yoksa kalbinde mi?

Suyu tutamazsın, ama bir çiçeğin yapraklarında gezinir. Aşkı göremezsin, ama kalbinin en ücra köşelerinde yol alır. Neşeye dokunamazsın, ama bir çocuğun gözlerinin içindedir. Bütün zevkler hissedilir, ama hepsi sanki içi boş ve bir kelimesi bile yazılmamış kitaba benzer de okuyamazsın. Belki de mektuba başlarken yanlış hitapla başlamışımdır. Doğru ismi bulmam gerekir. Ancak öyle açılır sırlı perdeler ve okunmaya başlar tüm dizeler.

Başka bir alfabesi vardır ubudiyetin. Her harfinde bir hazine saklı olan. Toprağın altında kök salıp gizlenir ve görünmezdir. Lakin ruhumuzda açar çiçekleri, yüzümüze vurur renkleri. İç çektiren mavisiyle bembeyaz nefesi vardır. Gözyaşlarımıza tutunur da bir damla inci gibidir hayali!

Doğumdan ölüme kadar olan zamanı tutamayız oysa; zaman yüzümüzdeki çizgilerde alır yerini. Bazen silik bir hâtırada bazen de cama tıp tıp vuran yağmur damlalarında gösterir kendini. Tıpkı çizgiler gibi kelimelerimiz de emanet edilir zamana. Hangi hitapla başlamakta zorlandığın mektubun ortasındasındır. Kim bilir bu zamana kadar kırdın döktün her şeyi ve herkesi, ama birden içindeki bâd-ı hevâ (karşılıksız) hisler, yedi kat semanın Sahibinden aldığı ziya ile toprağın renklerine dönüşür. Bir sürûr kaplar tepeden tırnağa seni. Açarsın şimdi kapıların kilidini teker teker. Uzanırsın en gizli kelimeye…

Kâinat elli beş lisan ile vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ve delâlet eder.[1] Hangi dil olduğuna bakmaksızın ruhunun tek bir isme ihtiyacı vardır. Nasıl ki güneş olmadan gölgenin olması imkânsızdır, öyle de muhtaçtır insan Rahman’a. Secdedir bizi Hüve’ye götüren! Yoksa seccade bile ağlar sensizlikten…

Israrlarımız çaresizliklerimizdendir. Tercümansız kalan kelimelerin acizliği sarar avuçlarımı. Uzun uzun cümleler alır Sevgili’ye olan serenadımı. Oysa Kudret kaleminin yazdığı en güzel mektuptur “insan”! Gizli bir nurla anlaşılır her gizem.

Kalmadı artık insanoğlunda öyle mektup yazanlar da! Suyun akış hızıyla yarışır oldu bir de zaman. Oysa arkada kalan bedenimiz, yetişemez oldu ruhumuza. Dinlenmek gerekir, bazen dinlemek de! Bir çiçeğin açışını beklemek ya da bir kaplumbağanın yürüyüşünü temaşa etmek gibi.

Nerede olduğu belli değilse naaşın, babaevine gider dua edenlerin. Çünkü insanın ruhu babaeviyle irtibatlıdır. Adresi bulunamayan mektuplar gibi… O da sahibine geri döner. Kaleme alan, ruhunu da gönderir zarfın içinde. Fısıldayamadıkları harflere bürünür, hisleri mürekkebe renk olur. Uzaklar yakın olur maşuklara.

Ya heybemde saklı kalan mektuplara ne denir? Katlanmış, ama sığışacak bir zarf bile bulamamış kıyısında! O zaman bırak, kalbi kırık kalmış kelimelerin telafisi olsun bu satırlar da. Dilinin ucuna gelip de yutkunduğun lafızların bayramıdır belki de. Mahzun gönüllerle Yaradan’ın arasında kalan sırlı hislerin alfabesi olsun bu satırlar. Hikmet ve şefkatle açılan yollarda…

Dipnot

[1] Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 47.