Bilal-i Habeşî (radıyallâhu anh), Habeşli siyahî bir köledir. Müslüman olan ilk bahtiyarlardan biridir. Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) hoş sesli müezzini, tevazu âbidesi ve Resûlullah aşığıdır.[1]
Hazreti Bilal, Müslümanlığını haykırdıktan sonra, Ümeyye ibn Halef tarafından Mekke’nin kızgın kumlarına yatırılıp dininden dönmesi için birçok eziyete maruz bırakıldı. Üzerine büyük taşlar konulup işkence edilen Hazreti Bilal’in ağzından “Ehad! Ehad!” sesleri duyuluyordu. İşkencelere direnen Hazreti Bilal’i, Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh) kurtarıp hürriyetine kavuşturdu.[2]
Resûlullah’ın her an yanında olan Bilal-i Habeşî, Allah Resûlü vefat ettikten sonra Medine’de duramayacak hâle gelmişti. Medine’nin havası artık onu sıkıyordu. Efendiler Efendisi (sallallâhu aleyhi ve sellem) olmadan bu beldede durmak ona çok zor geliyordu. Dönemin halifesi Hazreti Ebû Bekir’den kutlu belde Medine’den ayrılmak için izin almaya gidince Hazreti Ebû Bekir, “Yâ Bilal, bize kim ezan okuyacak?” dedi. Bilal, Efendimizden (sallallâhu aleyhi ve sellem) sonra birkaç defa denemişti ezan okumayı, fakat yapamamıştı. “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah”a gelince ayaklarının bağı çözülmüş, hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Ezanı tamamlayamamıştı. O’na olan özlemi izin vermiyordu. Zihni hep O’nunlaydı. O’nu düşünmek onu derbeder ediyordu. Hasret ona çok ağır gelmişti ve artık Medine’de yaşayamayacağına karar vermişti. Suriye’ye hicret etti.[3]
Hazreti Ömer (radıyallâhu anh), halifeliği döneminde İslam diyarını dolaşıyordu. Bu vesileyle yolu Suriye’ye düşmüştü. Peygamber aşığı Bilal’in de orada olduğunu biliyordu. Onun ezan okumayı bıraktığından da haberdardı. Araya birilerini koyarak Hazreti Bilal’e haber saldı. “Ne olur Bilal bir daha ezan okusun. Yeniden Resûlullah’ı hatırlayalım. Gönüllerimiz O’na çok susadı.” demişti. Hazreti Bilal, Allah Resûlü’nün halifesi Hazreti Ömer’in bu teklifini reddedemedi. Şam’da yüksek bir kubbeye çıktı. Sonra bülbül gibi şakımaya başladı. Şam semaları o güne kadar alışık olmadığı bir ezan sesiyle yankılanıyordu. Ezanı duyanlar müezzine doğru koşuyordu. Hazreti Ömer ve Şamlılar hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Gönüller tekrar coşkuya gelmiş, o unutulmaz günler herkesin hayalinde tekrar vücut bulmuştu. Resûlullah ile yaşadıkları günler gözlerinin önüne geliyordu. Herkes kendinden geçmiş, o anların eşsiz zevkini yaşıyordu.[4]
Bu ezan, Hazreti Bilal’in Resûlullah’tan sonra ilk ve son ezanı oldu. Daha fazla dayanamadı vuslata. Bu ezandan bir süre sonra ruhunun ufkuna yürüdü. Resûlullah bir gün “Ya Bilal! Bu gece Cennet’te, önümde senin pabuçlarının tıkırtısını duydum.”[5] diyerek ona cenneti müjdelemişti. O da bu muştu ile Rabbine yürümüştü.[6]
Her gün nefsim ile büyük bir savaş içine girdiğim günleri yaşıyorum. Geçmişte olan samimi düşünceler ve heyecanımın yerini, yeis ve anlamsız bir yorgunluk almış durumda. Bugünlere gelene kadar yaşadığım, kendime göre onca zorluklara karşı Cenâb-ı Hak hep beni tutup kaldırdı. İnayet-i ilahî üzerime yağmur gibi yağdı. Fakat en zor imtihan bu imiş. İnsanın nefsi ile olan amansız savaşı ve yeis bataklığı.
Sonra birdenbire karşıma Hazreti Bilal soluklu biri çıkıyor ve beni oradan alıp çekiyor, kendime getiriyor. Bana ümit aşılıyor. Beni, Rabbime tekrar döndürecek bu soluklara çok ihtiyacım var. Eminim sizlerin de vardır. Gönül kubbeme çıkıp hakikati haykırıp çağıracak o nezih ruhlara muhtacım. Beslenme kaynaklarından uzak kalmayan bu kişiler, önce kendilerini bu hengâmeden kurtarıyor. Ardından çiçekten çiçeğe dolaşan arı misali, ümit polenlerini her bir tarafa serpiyor, nur dağıtıyorlar. Mum olup eriyor, etraflarına ışık saçıyor ve herkesi tekrar harekete geçiriyorlar. O insanlara hepimiz denk geliyoruzdur. Bakışı, konuşması, yürüyüşü Allah’ı hatırlatan o nezih ruhlar… Çok uzakta değiller. Hemen yanı başımızda beliriyorlar. Bazen bir beldeden çıkıp geliyorlar. Bazen teknolojinin verdiği imkânlarla uzakları yakın edip bülbül gibi hakikati şakıyorlar. Olumsuz konuşmayan, âtıl kalmamış, hâlâ hareket hâlinde ve nerede bir hizmet var ise oraya gitmeliyim düşüncesinde olanların izlerini sürelim. Telefon rehberini bir de bu niyetle açalım. Arayalım onları, bulalım o insanları ve ziyaretlerine gidelim. Sohbet-i Cânân talep edelim. Bize Resûlullah’tan bahsetmelerini isteyelim. Zira bizim Bilal soluklu nefeslere çok ihtiyacımız var. Aslında birbirimize ihtiyacımız var. Olumsuz konuşmamaya, birbirimizi dinlemeye, motive etmeye, tebrik ve teşvik etmeye ve tebessüm eden gözlerle temas kurup muhabbet etmeye çok ihtiyacımız var.
Dipnotlar
[1] Reşit Haylamaz, Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı: Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) (muhtasar), İstanbul: Muştu Yayınları, 2008, s. 101.
[2] “Müezzinimiz Bilal-i Habeşî”, www.peygamberyolu.com/muezzinimiz-bilal-i-habesi/
[3] “Bilâl-i Habeşî”, http://islamansiklopedisi.org.tr/bilal-i-habesi
[4] Harun Tokak, “Ben Bilal”, www.sonpeygamber.info/ben-bilal
[5] Buhârî, Teheccüd, 17.
[6] M. Fethullah Gülen, “Bilal-i Habeşî” (radıyallâhu anh), www.youtube.com/watch?v=WRdhw2bcaeM