Ashâb-ı Kirâm Aylin Arda Nisan 2024

Sebat Timsali: Habbab ibn Eret

Mekke’de kavurucu bir sıcak hâkimiyet sürmekteydi. Güneşin altında eziyet görenler vardı. Karanlıklar içinde bir nur parlamış ve etrafını aydınlatmaya başlamıştı. İnsanların kalbini temizlemeye, kötülükleri ve çirkinlikleri durdurmaya, bütün insanlığa hakikati duyurmaya gelmişti Nebiler Serveri (sallallâhu aleyhi ve sellem).

Hakikati arayan, karanlıklarda kendini kaybetmemiş yürekler, soluğu Resûlullah’ın yanında almıştı. Sanki uzun süre nefessiz kalmış da sonunda oksijene kavuşmuşlardı. Onlardan biri vardı ki sebat örneği, onlardan biri vardı ki bir demirci ustası, onlardan biri vardı ki Hak yolunun adanmışı olan bir köle…

Güllerin Efendisinin davetini işitmişti. O zamanlarda İslamiyet’i kabulleniş çetindi. Bir köle için daha da zordu, zira arkasında duracak bir ailesi veya kabilesi yoktu.

Bu kölenin Müslüman olduğunu duyan müşrikler deliye dönmüştü. Vücuduna kızgın demirler bastırdılar; yakıcı güneşin altında kavrulmaya mârûz bıraktılar. Ellerinden geldiğince kötülükte bulundular, ama o hiç taviz vermeden Allah’tan (celle celâluhu) başka ilah olmadığını ve Hazreti Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) O’nun peygamberi olduğunu söylüyordu.[1]

Bu bahtiyar köle sendin yâ Habbab! Sabır sendin, sebat sendin!

Ne olursa olsun, başımıza ne gelirse gelsin bu yoldan dönülmezdi! Bile bile yanlış yola girilmezdi! Doğru yoldan döndürmeye, ayağımızı kaydırmaya çalışan çoktu, ama onların hepsine dayanılmalıydı!

Âs ibn Vâil’in sana borcu vardı. Bir gün gittin, istedin alacağını, ama seni dininden döndürmek için “Muhammed’i inkâr etmedikçe, sana olan borcumu ödemeyeceğim!” dedi. Sen ona “Ben her şeyimden vazgeçerim, yine de ölünceye kadar ve yeniden dirildikten sonra onu ret ve inkâr etmem!” diyerek en güzel cevabı vermiştin. Sonrasında bu müşrik, alaycı bir üslupla borcunu âhirette ödeyeceğinden bahsetmişti.[2] Cenab-ı Hak bunun üzerine Hazreti Cibril (aleyhisselâm) aracılığıyla zalim müşriklerin çekeceği azaptan haber vermişti.[3]

Bir gün Resulullah’ın yanına gittin. Yapılan işkencelerin son bulması adına O’ndan dua talebinde bulundun. Resûlullah zaten görüyor ve içi parçalanıyordu, ancak sabır gösteriyordu. Büyük davalar büyük fedakarlıklar gerektirirdi. Dişi sıkmak, kötülüğün karşısında yılmamak lazımdı. Resûlullah sana “Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler vardı ki, demir tarakla bütün derileri, etleri soyulup kazınırdı da bu işkence yine onu dininden döndüremezdi. Testereyle tepesinden ikiye bölünürlerdi de, yine bu işkenceler onları dinlerinden geri çeviremezdi. Allah, elbette bu işi (İslamiyet’i) tamamlayacaktır ve bütün dinlerden üstün kılacaktır. Öyle ki, hayvanına binip San’a’dan Hadramut’a kadar tek başına giden bir kimse, Allah’tan başkasından korkmayacak, koyunları hakkında da kurt saldırmasından başka hiçbir endişe duymayacaktır. Fakat, siz acele ediyorsunuz.” demişti.[4] Müjde veren bu sözler, sabra davet ediyor, sebatı vurguluyordu.

Özellikle İslam’ın ilk dönemlerinde Müslümanlara karşı büyük bir düşmanlık vardı. Hazreti Ömer (radıyallâhu anh) gibi şahsiyetler bile İslam’ın huzur dolu atmosferiyle tanışmadan önce Müslümanların karşı tarafında yer alıyordu. Müslüman olmadan önce Hazreti Ömer, kız kardeşinin ve eşinin İslam ile şereflendiğini duyunca hesap sormak için onların evlerine doğru yol aldı. Öfkesi şiddetliydi, gözü kara bir şekilde ilerliyordu. Ancak onun öfkesini dindiren, buzlarını eriten bir olay oldu. Senin sesini duydu! Sesin Kur’ân okuyuşunu duydu! Beyninden vurulmuşa döndü. Hışımla içeri girmesine rağmen öfkesi bir süre sonra dindi. Sen yeni Müslüman olanlara Kur’ân okumasını öğretiyor ve Tâ Hâ sûresini okuyordun. Onun geldiğini duyunca aceleyle sakladılar seni. Hazreti Ömer duyduğu şeyin ne olduğunu sordu. Onun sakinleşmesi üzerine saklandığın yerden çıktın. Ona da İslamiyet’i anlattınız, âyetleri okudunuz. Bu vesileyle Hazreti Ömer de hidayete kavuşmuş oldu.[5]

İslam her geçen gün yayılıyordu. Zalimlerin zulmü devam ediyordu. Medine’ye hicret yolları gözüktü. Sen de iştirak ettin bu hicrete ve ömrün boyunca gerekli her fedakarlığı yaptın yâ Habbab!

Sırtındaki işkence izlerini hayatın boyunca taşımıştın. Onlar çetin yıllardan bir yadigârdı sana. Kûfe’de hastalandın ve ruhunun ufkuna yürüdün. Çile dolu bir hayat yaşamıştın, ama mükafatları âhirette seni bekliyordu. Sen sabredenlerdendin, zorluklar karşısında yılmayanlardan.

Cenaze namazını Hazreti Ali (radıyallâhu anh) kıldırmış ve mezarının başında sana dua etmişti.[6]

Sen Rabbine kavuşmuştun. Acılar son bulmuş, çekilen çileler bitmişti. Sonsuz bir mutluluk seni bekliyordu. Sabır örneği olan ey metanetli sahabî! Ey yılmaz insan! Selam olsun sana!

Dipnotlar

[1] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, 2/102; İbn Sa’d, Tabakât, 3/164–165; İbn Hacer, İsâbe, 2/258.

[2] İbn Sa’d, Tabakât, 3/164–165.

[3] Meryem, 19/77–80.

[4] Buhari, Sahih, 4/238–239.

[5] İbn İshak, Sîre, 160–163; İbn Hişâm, Sîre, 1/343–346; İbn Sa’d, Tabakât, 3/267–269

[6] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, 2/100.