En son ne zaman bir kafede kulağınızı tırmalamayan bir müzik eşliğinde kahvenizi yudumladığınızı hatırlıyorsunuz? Akreple yelkovanın birbirini kovalaması yetmiyormuş gibi bir de buna tadını alamadan içilen kahveler ekleniyor zannımca. Oysa ki bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı yok mudur?
Gün geçtikçe değişim hâlinde olan hayatlarımız gibi, müziğin ritmi ve sözleri de bundan nasibini alır. Her neslin kendine göre şekillenen bir müzik anlayışı ortaya çıkar. Bulunduğu dönem ve şartlara göre etkileşim olur. Özellikle Orta Çağ’ın sona erip Rönesans’ın başlaması ile gelen yenilik ve açılımların müziğe büyük bir etkisi olur. Yaklaşık 1000 yıllık Kilise’nin baskısından kurtulan ve Antik Çağ döneminden sonra kesintiye uğrayan müzik, gelişimine yeniden başlar. Bunlardan biri de çalgı müziğidir. Var olan çalgı aletleri geliştirilir ve yeni müzik aletleri de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. Müzisyen ve besteciler yeniliklere açık olan enstrümanları yakından takip eder ve yepyeni müzik formları ve farklı eserler doğar. Mesela, viyolonsel daha önceleri diğer müzik aletlerine eşlik etmek için kullanılmıştır. Bu gelişim döneminde solo müzik aletine dönüşür ve zamanla da bu enstrümandan tarihe damgasını vuran sonatlar ortaya çıkar.
Edebiyat tarihinden âşina olduğumuz klasik veya romantik dönem ve terimleri, müzik tarihinde de yerini alır. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, yani Bach’ın ölüm tarihi olan 1750’den Beethoven’in ölüm tarihi 1827’ye kadar geçirilen dönem, Klasik Dönem olarak adlandırılır. 19. yüzyılın başlangıcı kabul edilen Romantizm Dönemi’nin en başta gelen özelliklerinden biri, her şeyin merkezine müziğin konumlandırılıp duyguların ağırlıklı bir şekilde ön planda tutulmasıdır. Romantizm; burjuvalılara hitap eden ve klasik döneme karşı çıkan bir akımdır. Yani müzik, romantik dönemden önce soylulara hitap etmekten çıkıp halka hitap etmeye, artık orta sınıf halkın doldurduğu konser salonlarına girmeye başlar.[1]
19. yüzyılın ikinci yarısının ve Alman müzik romantizminin en görkemli bestecilerinden biri olan Johannes Brahms, 7 Mayıs 1833’te Almanya’nın Hamburg şehrinde dünyaya gelir. Babası Johann Jakob Brahms şehir bandolarında keman ve kontrbas çalan bir müzisyendir. Baba Brahms müzisyenlik mesleğini bir zanaat gibi öğrenir ve oğlu, müzik hayatına babasıyla başlar. Johannes Brahms kendisinin müzisyenden başka bir şey olma düşüncesini hiç sorgulamamış gibi görünür.[2] Bu, hayatında kendisine verilen ilk ve belki de tek güvencedir. Yoksul bir ailenin ortanca çocuğu olan Brahms, Hamburg’un kenar mahallelerinden birinde oturur. Altı yaşından itibaren piyano çalmaya başlar ve çeşitli yerlere piyano çalmaya gider. Zamanla herkes tarafından tanınmaya başlayan Brahms, bir derginin makalesinde övgü dolu sözlerle bahse konu olur. Eserleri öyle farklı bir yorumla çalar ki piyano, coşkuyla çalan bir orkestraya; çalınan sonatlarsa büyük bir senfoniye dönüşür.
Brahms’ın ünü tüm Avrupa’ya, hatta Amerika’ya kadar yayılır. Birçok yerde ödüllere layık görülür. Brahms eğitmenlik çalışmaları ve konserler sebebiyle şehir şehir gezer. En son ziyaret için Viyana’ya gelir. Burada bir akademinin direktörü olarak seçilince Viyana onun ikinci evi olur ve buraya yerleşir. Bu dönemde annesinin vefat haberini alan Brahms, annesi için bir beste yapar.
Müziğin çeşitli alanlarında eserler veren Brahms’ın sanatının asıl alanı, senfoni ve oda müziği olur. Beethoven’dan sonra senfonilerin doruk noktası, Brahms’ın eserleri olmuştur. İlk senfonisini 43 yaşında yazmıştır.
Bugüne kadar tanınmış yazar, şair veya bestecilerin ortak noktaları; duygu ve düşüncelerini aktarmak istemeleridir. Kimi anlaşılmayı bekleyerek yazmış, kimileri de anlaşılmasa da sesini duyurmak istemiştir. İşte bunlardan biri de Brahms’tır. Şanı kıtaları aşan Brahms bazı eserlerinde mottolar kullanarak duygularını daha da belirginleştirir. Bunlardan en meşhuru FAF “Frei aber Froh”, yani “Özgür, ama mutlu.”dur. Bu aynı zamanda Brahms’ın en sevdiği özdeyiş olarak kalır.[3]
Verdiği konserler, aldığı ödüller ve eserlerinin satışı sayesinde giderlerini fazlasıyla karşılayan bir gelir elde etmesine rağmen Brahms mütevazı şekilde yaşamaya devam eder. Gelirini ihtiyaç sahiplerine burs vererek, projelere katkıda bulunarak ve genç müzisyenlere destek sağlayarak harcar. 3 Nisan 1897’de karaciğer kanseri sebebiyle vefat eder. Viyana’da Beethoven ve Schubert’in yanında toprağa verilir.
Brahms hayatı boyunca hiç durmadan besteler yapmıştır. Sesini Hamburg’un bir mahallesinden dünyaya duyurmuş ve tanıtmıştır. Bazen hislerimizi, hayatlarımızın en sıkıntılı zamanlarında ifade etmeye ve bu karanlıktan kurtulmak için bir şeylere ihtiyaç duyarız. Bazılarımız içten bir nağme seslendirir, bazıları ise bir şiir kaleme alır. Bazen hayatlarımızı siyah ve beyaz olarak ikiye ayırmaya meylederiz. Oysa ki güneş tam tepede durduğunda, hayat gözümüzde bambaşka renklerde parıldamaya başlar.
“Zulmetler hiçbir zaman sürekli olmamıştır; bazen ışık inkıtaları yaşanmıştır, ama onda da kalıcı bir kesinti vuku bulmamıştır. Bir yerde güneş batmışsa başka bir yerde doğmuş; diğer yerde batmışsa bir başka yerde doğmuş ve izafî tecellileriyle başlarımızı hep okşamıştır. Asırlar boyunca nice kapkaranlık devirler sürpriz bir şafakla aydınlanmıştır.” Bu söz bizlere; hadis diye rivayet edilen fakat İmam Sühreverdî’ye ait olduğu söylenen, “Sıkıştırdığın kadar sıkıştır, sıkışmanın son noktası açılma demektir.” cümlesini hatırlatır.[4] Müzik literatüründe de kreşendo diye adlandırılan bir terim vardır. Bu “giderek yükselen ses” demektir. Giderek yükselen sesle çalmak, başladığı noktanın en düşük ses olduğu anlamına gelir. Geçmişten günümüze kadar toplumdaki yeniliklerin mimarları da böyle bir ses tonuyla çalışmalarına başlamıştır.
İki sene önce bir avuç kişiyle yayın hayatına başlayan Genç Çağlayan her geçen gün gelişerek toplumumuzun ve özellikle gençlerimizin “yükselen sesi” olacaktır. Belki de şimdi kreşendonun başladığı andayız!
Dipnotlar
[1] Damla Bulut, Mehmet Aslanboğa, “Johannes Brahms’ın op.38 Mi Minör Viyolonsel-Piyano Sonatı Birinci Bölümünün Müzikal Analizi”, İnönü Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi, Cilt 1, Sayı 3, 2011.
[2] Hans A. Neunzig, Lebensläufe der deutschen Romantik Komponisten, München Kindler, 1984.
[3] Atılgan Kaptanoğlu, Johannes Brahms’ın “Zigeunerlieder” adlı Şarkı Dizisinin İncelenmesi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2015.
[4] M. Fethullah Gülen “Dinin Müstakim Yorumu Adına Ölçüler”, Kırık Testi, 13-12-2020.