Bir gecede değişebilir mi her şey? Yapılan planlar, kurulan hayaller ve hayatlar yıkılabilir mi bir bir ve kalabilir mi bir enkazın altında? Gecenin koyu karanlığında, mumdan sızan ufak bir ışığa ihtiyaç duyabilir mi koca bir şehir?
6 Şubat, saat 4.17. Sıcacık yataklarından insanları kaldıran büyük bir afet ve kaçmaya vakit kalmadan şehrin sönen ışıkları. Göz gözü görmez hâlde.
Üstlerine yığılan molozların ardından, saatlerce bekleyen yürekler, ne de çok ister küçük bir umuda tutunmayı. Belki bir ses, belki bir nefes aralığı ya da bir ışık sızıntısı.
Seccadem önümde dua ediyorum bütün bunları yaşayan insanlara. Odamı aydınlatan cılız mumun gölgesi düşüyor önüme. Bu gölgeye bile muhtaç binlerce ruhun varlığı sızıyor içime. Sıcacık odamdan, yanımda duran yatağımdan, derince içime çekebildiğim havadan utanır hâle geliyorum. Onlar orada o hâldeyken layık göremiyorum kendimi bu nimetlere.
“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm.”
Elim kolum bağlı oturmayı sindiremiyorum içime, Allah’tan bir yol istiyorum. Dakikalar sonra hâlâ bu duayı zikrederken telefonum çalıyor.
Aldırış etmiyorum başta, ama aklıma gecenin bir saati olduğu geliyor. Önemli bir şey olsa gerek diye düşünüp telefonu açıyorum.
Arayan bir arkadaşım.
Hiç beklemeden konuşmaya başlıyor ve dedikleriyle birlikte şaşkınlığa bürünüyorum.
“Yakın bir şehirden sabah sularında yola çıkması için kamyon ayarlıyoruz, aklıma hemen sen geldin. Evde depremzedelerin işine yarayacak ne var ne yoksa koli yap, üstlerine içinde ne olduklarını da yaz, olur mu? Olabildiğince kolaylaştıralım oradakilerin işini.”
Fazla gecikmeden onaylıyorum onu ve telefonu kapatır kapatmaz gözyaşlarımı tutamıyorum.
Kulunun çaresizliğine bu denli cevap veren bir Rab! Anlıyorum ki bizler çok aciziz, O ise güç ve kuvvetin asıl sahibi. Bu yaşadığım tevafukla yine şükürlerimi sunuyorum ve daha fazla gecikmeden ev ahalisine haber veriyorum.
Hep birlikte işe yarayabilecek şeyleri ayırıp kolilere koyuyoruz. Çok şükür, bir an önce bitiriveriyoruz. Gözlerimiz ara sıra yaşla doluyor kaybettiğimiz canlara, ama kurtarılacak canlar için de ümitvar olmaya çalışıyoruz.
Arabayı tıka basa doldurup yola çıkıyorum. Yine zikirler eşliğinde kısa bir yolculuk geçiriyor ve nihayet varıyorum alana.
Etrafta bir sürü insan koşuşturuyor. Hafif tebessüm ediyorum. İnsanlığa karşı son zamanlarda pek ümidimin kalmamasına rağmen yardımlaşma duygumuzu hâlâ yitirmediğimiz gerçeği içimi ferahlatıyor bir nebze.
Çok beklemeden iniyorum arabadan ve birkaç kişinin yardımıyla kolileri kamyona bir bir taşıyoruz. Hatta birkaçıyla arkadaş oluyorum bu vesileyle.
Kapatıyoruz kapaklarını, şoföre işaret veriyoruz ve çok geçmeden hareket ediyor araç. Arkasından süzülüyor bakışlarımız, dua ve temennilerimiz.
O sırada gün doğuyor. Karmaşık duygular eşliğinde biraz daha izliyorum gökyüzünü. Kilometrelerce mesafeler girse de aramıza, bu gök, aşağısında kucaklıyor her birimizi yine. Gerek acılarımızla, gerek dualarımızla bir araya getiriyor kalplerimizi, ruhlarımızı.
Acı bir tebessümüm eşliğinde bizden epeyce uzaklaşan kamyonun arkasından el sallıyor, isimlerini bilmediğim binlerce insana selamlar gönderiyorum. Selam olsun sizlere, selam olsun.