Aylin Arda Edebiyat Mayıs 2023

Suçüstü

Tik tak! Tik tak! Zaman doldu!

Dünyayı yok etme suçu işleniyor.

Davalı insanlar ve davacı dünya!

En hafif suçtan başlayalım diyeceğim, ama burada suçlar hafif ve ağır diye ayrılmıyor maalesef. Tek bir suçlu da bulunmuyor, hepimiz farklı şekilde ortak olduk bu suçlara.

İlk önce dünyayı güneşin zararlı ışınlarından koruyan ozon tabakasını tahrip edenler olarak çıkalım kürsüye. Hepimiz bir özür borçluyuz. Kimimiz bir deodorantla, kimimiz gereksiz araç kullanımıyla, açılan deliği büyüttük de büyüttük.

Ardından tabiatı, ormanları ve hayvanları katleden ve buna şahit olup da “Dur!” bile demeyenleri alalım kürsüye. Gözümüze bir perde çekip kıydık bu güzelliğe. Aldık bir testere, kestik ağaçları. Pis suları deniz suyuna, göl suyuna karıştırdık. Hayvanları kürkleri, boynuzları, dişleri ve kabukları için katlettik. Kıydık, onlara da kıydık. Vahşi kelimesi yer değiştirdi âdeta…

Bir de iklim değişikliğine, hava, su ve çevre kirliliğine yol açanlar var. Bize bahşedilen bu dünyadaki ekosistemi o kadar tahrip ettik ki kışlar yaz, yazlar kış oldu. Buzullar eridi, ovalar ve vadiler kurudu. Hava kirlendi, nefes almak zorlaştı. O masmavi denizlerin ve göllerin rengi siyaha çaldı, kirliliğinden sular içilmez oldu.

Bu kadar acı ve zalimce olan olayları anlattıktan sonra “Dur artık!” diyenleri duyar gibiyim. Tıpkı dünyanın biz onu hiç düşünmeden katlederken dediği gibi… Ah, ah. Durmayı çok isterdim, ama liste uzun. Suçlar kabarık. Biz, dünyanın haykırışları karşısında da durmadık! Orada da “Yeter!” demedik.

Sırada müsrif olanlarımızın kürsüye çıkma vakti geldi. Ellerimizdekinin kıymetini bilmeden nasıl da vurdumduymazca yaşadık böyle. Tabağımızdakinin kıymetini bilmeden burun kıvırdık. Aklımıza bile getirmedik belki de başka birinin bu yemeği haftalardır, aylardır yemediğini. Unuttuk şükretmeyi. Unuttuk empati yapmayı. Doyduk dedik, tabağımızda kalanları döktük çöpe. İsrafımız yemeklerle kalsa iyi. Dolabımızdaki kıyafetlerin haddi hesabı yoktu. Yeni bir şey görsek elimiz giderdi ona, dolabımızdakilerin aklımızdan gittiği gibi. Kullanmadığımız kim bilir kaç eşya evimizde yer kapladı.

Hani Hazreti Ebu Bekir (radıyallâhu anh) öyle bir hayat yaşamıştı da ona bağlanan devlet maaşını bile bir kenarda biriktirmiş ve Hazreti Ömer’in halifelik zamanı geldiğinde parayı yine devletin kasasına bırakmıştı. Hatırlar mısınız, Hazreti Ömer, (radıyallâhu anh) Hazreti Ebu Bekir (radıyallâhu anh) vefat ettikten sonra paranın büyük bir kısmını bir çömleğe koyduğunu fark etmişti ve demişti ki: “Bize yaşanmaz bir dünya bıraktın Ya Ebu Bekir!” Bu hayat tarzından sonra biz nasıl yaşadık böyle! Giysi dolabımızdaki kıyafetlerin, buzdolabımızdaki yiyeceklerin sayısı ve çeşidi giderek artarken bunlar uygun muydu?

Diktiğimiz gökdelenlerin haddi hesabı yoktu, ama biz yine o konuda da durmuyorduk. Çıkardığımız savaşlara ne demeliydi? Hırsımızın kurbanı olarak attığımız yanlış adımlar…

Umarız aklımızı başımıza alır, daha fıtrî ve insanca bir hayat sürmeyi tercih eder, Rabbimizin ihsan ettiği nimetlerin kıymetini bilerek israf etmeden ve haddimizi aşmadan, çevremizle barış ve uyum içinde yaşamaya başlarız.