Bugün mahallemizin bakkalı İzzet amca kaybolmuş. Koca adam nasıl kaybolur yahu! Olmuş işte. Her ne ise…
Ailesi perişan olmuş tabiî adamcağızın. Ne yapsak ne etsek faydası yok. Adam vefat etmiş gibi ağlıyorlar. Hayır ilk defa kaybolsa neyse. Onlar da bir garip canım! İzzet amcanın canı sıkılıyor, kayboluyor! Ne imiş, beş sene evvel vefat eden eşi Halime teyze ile dolaşmaya çıkıyormuş. Bu adamı bir türlü anlayamadım. Her ne ise…
İzzet amcayı her zaman olduğu gibi dağ, taş, dere, tepe her yerde aradık. Fakat yok. Ah, Halime teyze! Kim bilir nereye götürdü adamcağızı.
O gün güneş sanki mahallemizi erken terk etmeye başladı. Bizim mahallenin müezzini Oflu Hayrettin Efendi göründü minarede. Bu sefer ezan okumak için değildi tabiî. Yatsıya daha vardı. Ezan okuyor gibi koydu elini kulağına. Kendine has şivesi, tok ve yorgun sesiyle başladı bağırmaya.
“Diggat diggat! Hepinüz bana bakaysinüz. Orta boyli, 65 yaşlarında mahallemizin İzzet amcasu gayıb olmuşdur. Havadisi olanlar ivedi camiye celsunlar.”
Hayrettin Efendi çok garip adam. Bir medresede çaycılık yapmış diyorlar. Orda kala kala duaları ezberlemiş, müezzin olmuşmuş. Tabiî medresede okunanları da dinlemiş. En iyisine taş çıkartacak kadar da marifetullah edinmiş. Çok samimi, içi dışı bir… Sohbetlerini severim. Her ne ise…
Gözler yorgun düşmüş, gözyaşları tükenmiş ve ağlamalar kesilmişti mahallede, fakat değişen bir şey yoktu. Bizim oraların tonton bakkalı hâlâ ortada görünmüyordu. Aklıma birden rahmetli Halime teyzenin çok sevdiği pamuk şeker geldi. Mahallemizin pamuk şekercisini ne zaman görse pamuk şeker istermiş bizimkinden. Her ne ise…
Lastik pabuçlarım önde, ben arkada düştüm yollara. Sahil boyunca yürüdüm. Kestaneci Fırat, süt mısırcı Vedat, gofretçi İhsan… Hepsi oradaydılar. Hepsine bir selam verdikten sonra bizimkini görüp görmediklerini sordum. Yok! Yer yarılmış içine girmiş sanki mübarek. Her ne ise…
Sonunda vardım âşıkların buluşma noktasına. Pamuk şekerciyi renk cümbüşünün yaşandığı uzun sopası dizinin dibinde, bugünkü hasılatı sayıyor buldum. Beni görünce paraları cebine attı. Ben de görmemiş gibi davrandım. Sanki adamın rızkında gözümüz var! Ne zaman yanından geçsem aynı şeyi yapıyor. Sözüm ona, saydığı paraları bir gün yediğini görsem gözüm açık gitmeyeceğim. Varyemez Ferhat! Her ne ise…
Pabuçları önden buyurun ettim, vardım yanına. Bizimkini görüp görmediği sordum. Neyse ki olumlu bir cevap aldım. İki saat kadar önce iki tane pamuk şeker almış. “İkisi de pembe olsun, Halime’m çok sever.” demiş. Tam tahmin ettiğim gibi. Küçükken hafiye ol demişlerdi de çok kulak kabartmamıştım. Her ne ise…
Şimdiki vazifemiz nereye gittiğini bulmak. Bizim varyemez Ferhat’a, al şunu artık ye dercesine birkaç kuruş verdim. Bizimkinin ölümsüz aşkı Halime teyze ile nerede olabileceğini sordum, bana şunları anlattı:
“Bir gün yine pamuk şeker almaya gelmişlerdi. Bizim İzzet amca sanki 50 yıllık eşi değil de yeni evliymiş gibi gözlerini gözlerinden ayırmıyordu. Halime teyzeyi bilirsin, hep bir esrarengiz havası vardır. O gün bizim âşıkların gökyüzüne bakarak şunları konuştuklarını duydum.
‘Bak orada görünmeye başladı!’
‘Hani nerede?’
‘Şurada beşli kümenin altında, ben buradayım dercesine parlak ve heybetli olan var ya.’
‘Evet, şimdi gördüm. Şu mu?’
‘Tam üstüne bastın. O bizimki olsun. Onu sev. Bundan sonra ne zaman beni bulmak istersen ona doğru yürü. Sakın gözlerini ondan ayırma, çünkü o çok nazlıdır. Kıskanır sevdiğini. Başka kandillere baktığını görürse bir daha görünmez sana. Söz mü?’
‘Tabiî Halime’m, o nasıl söz öyle?’
‘Ha bir de yola çıkmadan önce daima üç ‘kulhu’ bir ‘elham’ oku. Eşkıyalardan korur seni.’
‘Tuttum dediklerini Halime’m.’”
Varyemez Ferhat sözlerini bitirirken ben yavaştan kalkmaya başladım. Alacağımı almıştım. Başımı kaldırdım ve kandillere baktım. Ne kadar da güzellerdi! Işığı Mevla’dan gelen bu kandiller hepsi bir olmuş bana göz kırpıyorlardı. 1400 sene önce Kur’ân, Güneş’ten “sirac”, Ay’dan “nur” diye bahsetmiş.[1] Güneş gibi yıldızlar, kandiller gibi ışık saçarken Ay gibi seyyareler de onların ışıklarını yansıtırlarmış. Bunların hepsi de kendi yollarında yüzüyorlarmış.[2] Bunları bilim insanları daha yeni bulabiliyor dedi Hayrettin Efendi. Hayret ediyorum bu adamın bildiklerine. Medresede çay dağıtırken iyi kulak vermiş belli ki derslere. Heybesini iyi doldurmuş. Şiirler bile yazmış orada. Her ne ise…
Kim bilir kaç insanın yolunu aydınlatmış, kim bilir kaç kişinin pusulası olmuştur bu kandiller. İzzet amcayı bulmak için Şimal yıldızı önde, ben arkada, dilimde Hayrettin Efendi’nin bir şiiri düştüm yollara:
Müritler bulmuş çınar,
Pür dikkat kelâm sayar.
Ocak hayli sıcaktır,
Akla getirir daim nâr.
Çınar der hayır ettin,
Sevinir bizim Hayrettin.
Mürşide kulak verir,
Bilir hesap pek çetin.
Âhirettir ebedî diyar,
Mevla’dır sana asıl Yâr.
Meyletme fâni dünyaya,
El aç yakar Mevla’ya.
[1] Nebe, 78/12–13.
[2] Yasin, 36/40.