Edebiyat Hafsa Yıldız Haziran 2023

Mutluluğun Sırrı

Konuşmaktan yorulduğumu hissedip derin bir nefes alıyorum. Odadaki sessizliği bozan şey, psikoloğumun sorusu oluyor.

Simyacı kitabını okumuş muydun?”

“Okumadım.”

Yüzünde beliren hoşnut ifadeyle hafifçe sırtını yaslıyor oturduğu koltuğa.

“O zaman ilk önce sana orada okuduğum bir hikâyeyi kısaca anlatacağım.”

Onaylarcasına gözlerimi kırpıyorum ve o da anlatmaya başlıyor.

“Bir tüccar, mutluluğun sırrını öğrenmesi için oğlunu bir bilgenin yanına gönderiyor. Delikanlı 40 gün çölde gidiyor ve bilgenin malikânesi çıkıyor karşısına. Bilgeye derdini açıyor, ama o ilk önce sanat eserleriyle dolu muhteşem evini gezmesini istiyor. Bu sırada delikanlının eline yağ dolu bir kaşık vererek bunu da dökmemesi gerektiğini söylüyor. Delikanlı gezip geri geldiğinde bilge ona hangi eserleri gördüğünü soruyor, ama delikanlı kaşıktaki yağı dökmemek için etrafına dikkat etmediğini fark ediyor. Bilge ikinci kez onu göndererek bu sefer etrafa bakmasını istiyor. Gezip geldiğinde şahit olduğu güzellikleri anlatıyor, ama elindeki kaşığa baktığında yağın dökülmüş olduğunu görüyor. Bunun üzerine bilge şunu söylüyor: ‘Mutluluğun sırrı, dünyanın harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan.’”

Kısa bir sessizliğin araya girişiyle zihnime düşüncelerin dolması bir oluyor. Psikoloğum da bunu istiyormuş gibi beni biraz kendi düşüncelerimle yalnız bırakıyor. Aslında hiç duymadığım tarzdan bir hikâye diyemiyorum buna, daha çok insanların hayatta bana verdiği tavsiyeler de bu türden oluyor. Ancak bu yüzmeyi bilmeyen birine “Hadi yüz!” demek kadar da faydasız bir tavsiye gibi geliyor kulağıma. Bana uzun uzun nasihatler verilmesine değil, yolumun gösterilmesine ihtiyaç duyuyorum.

“Siyah veya beyaz olmak zorunda değilsin, arada tonlarca renk var. Hayattan zevk alman için hiçbir sorumluluğu üstlenmemek veya acılardan kaçmak çözüm olmuyor. Aynı zamanda hayattan kendimizi koparıp sadece sorumluluklarımız çerçevesinde de geçiremiyoruz hayatı. Bunların arasındaki, kendimize uyan rengi bulabilmek mesele. Açık gri veya antrasit… Bunu sen bulacaksın, çünkü herkesin kendine has bir yolu var.”

Kafamın epeyce karıştığını anlıyorum. Şu ana kadar gayriiradî de olsa “ya hep ya hiç” düşüncesiyle yaşamış biri olarak orta yolu bulmanın kesinlikle benim için kolay olmadığının farkındayım, ama başkaları da bunun farkında mı acaba? İşte bundan emin olamıyorum. Yine bana yapmam gereken şeyi söyleyip ucunu açık bırakan biriyle karşı karşıyayım.

“Şu an büyük ihtimalle yolunu nasıl bulabileceğini düşünüyorsun, ama pek de bir fikrin yok, doğru mu?”

Yüz ifadelerim ve davranışlarım mı düşüncelerimi çok iyi aktarıyor dışarıya, yoksa bu kadın mı işinde çok iyi? Birkaç saniyelik sessizlikte kafamda dönen düşünceleri okuyor sanki.

“Herkes bana hayattan zevk al, güzellikleri gör gibi genel sözler kullanıyor, ama bu önündeki bardağı kenara çek gibi kolayca yapılabilecek bir şey değil ki. Anlayamadıkları şey tam da bu.”

Gözlerini benden ayırmadan şefkatle gülümsüyor. “Haklısın, bunlar birinin demesiyle olacak şeyler değil. Sadece bazen birinin sana anlattığı bir hikâye, söylediği bir söz, hatta bir bakış bile senin için bir değişim vesilesi olabilir. Basit gözükse bile bir anda zihninde şimşekler çaktıracak türden hâdiselere dönüşebilir. Ancak bunu bulmak sana kalıyor. Ben sadece birkaç ipucu vereceğim.”

Sözünü bitirirken ayağa kalkarak camın perdelerini biraz daha aralıyor ve ardından camı açıyor.

Hava hafif güneşli, ama bir yandan da yağmur çiseliyor. “Bak güneş ve yağmur bile orta yolu bulmuşlar, âhenk içindeler.”

Camdan dışarıya bakarken gözlerinde bir parıldama görüyorum. Yüzündeki ifade bir anda daha yumuşak bir hâle bürünüyor. Etkileniyorum açıkçası ve ben de ayağa kalkarak yanına gidiyorum.

“Dışarıdaki insanları incelemeni istiyorum buradan çıktıktan sonra. Biraz da olsa kendi yolunu bulmana yardımı dokunacak.”

Bana inanarak bakıyor, bunu hissediyorum. Belki mesleğinde çok başarılı biri olarak bana böyle hissettirmeye çalışıyor da olabilir, ama ben ilk ihtimale inanmayı seçiyorum. Karşılık olarak kısa, ama samimi bir tebessümle karşılık verdikten sonra seansımızın da sonuna geldiğimizi anlıyorum.

Çantamı ve ceketimi alarak kapıya yönelirken bir soru daha sormasıyla dönüyorum.

“Şemsiyen var mı?”

“Yok, ama alırım hemen bir yerden. Sağ olun hatırlattığınız için.”

“Aslında tam tersi, varsa kullanma diyecektim. Sana vereceğim ilk ipucu bu. Şemsiye kullanma.”

Böyle bir şey beklemediğim için birkaç saniye duraksasam da onaylayarak çıkıyorum odasından. “Ne garip kadın!” diye de düşünmeden edemiyorum.

Binadan çıktığımda yağmurun başıma ve yüzüme değmesiyle ilk başta biraz rahatsız hissetsem de dediklerine kulak vermeye karar veriyorum.

Yürümeye başladıktan sonra psikoloğun insanları izlememle ilgili söylediklerini hatırlıyor ve kaldırımda başkalarına çarpmamaya özen göstererek insanları incelemeye koyuluyorum.

İlk dikkat ettiğim şey, çoğu kişinin şemsiye taşımaması, bundan dolayı rahatsız görünmemeleri ve adımlarını hızlandırmamaları oluyor.

Hafiften gözümü alan güneşe çeviriyorum başımı ve ardından da insanlara. Çok ilerlemeden insanları dakikalarca seyrediyorum bir film gibi.

Kendimle karşılaştırıyorum ve ne kadar çok şey kaçırdığımı fark ediyorum. Şimdiye kadar sadece varacağım yere odaklanmışım meğer. Etraftaki insanların üstlerine yağan yağmur damlalarıyla yüzlerinde oluşan o hoş ifade, yerdeki su birikintilerinde zıplayıp mutlu olan çocuklar, güneşin güzel hüzmelerinin insana verdiği pozitif enerji… Kaşıktaki yağı dökmemek uğruna görmezden gelmişim bu güzellikleri.

Dünyanın harikaları her an bize kendilerini ispatlarken gözlerime perde indiren, hayatımı durağanlaştıran da benmişim. Bu farkındalıklarla birlikte derin bir nefes alıyor ve ardından bakışlarımı az önce psikoloğumla yan yana dışarıyı seyrettiğimiz pencereye doğru çeviriyorum.

Hâlâ kalabalık caddeyi izlediği için birkaç saniye sonra buluşuyor gözlerimiz. Memnuniyetini yansıtan yüzündeki ifadeye bir de sıcak tebessümünü eklemesiyle ben de aynı şekilde karşılık veriyorum ona. Minnettarlıkla gülümsüyor ve teşekkür ediyorum, ama bu sefer gözlerimle.

Üstad Bediüzzaman’dan bir vecize beliriyor zihnimde, “Tefekkür, gafleti izale eder.”[1]

Dipnot

[1] Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 133.