Edebiyat Sümeyye Sakarya Temmuz 2023

Amsterdam Yolunda Antakya

Otobüs garajına gitmek üzere evden çıkmıştım. 20 dakika sonra garajda olacaktım ve saat 12.00’de otobüse binecektim. Dakikaların ağır çekime alınmış bir film sahnesi olacağını ve otobüsü kaçıracağımı nereden bilebilirdim ki! Garaja giderken bindiğim tramvay hattında bir arıza olmuştu. Kırsal bir alanda durakalmış ve kapıları açılmayan bu çelik yığınının içinde mahsur vaziyetteydik. Anons yapılmıştı ve beklememiz söylenmişti, sanki bir yere gidebilecek hâlimiz varmış gibi! Neredeyse yarım saat sonra tramvay hareket edebilmiş ve garaja planladığımdan yarım saat daha geç varmıştım. Belki otobüs de geç gelir ümidini taşıyordum, lakin nasip değilmiş… Hemen bir sonraki otobüs için yer bakmaya başladım. Otobüs saat 14.00’te idi. Tek bir koltuk vardı ve normal ücretinin üç katı olmasına bakmayarak çabucak almaya çalıştım. İçimden de hafif dudaklarımı da kıpırdatarak “Hayrolsun, nedir bu? Herkes Amsterdam’daki programı mı duydu ki!” deyiverdim.

Bekleme sürem iki saat uzamıştı. Etrafta dolaşıp sıcak bir kahve yudumlamak istedim, zira gergin anlar geçirmiştim. Mart ayının ilk günleri olsa da havalar buz gibiydi, ama bir daha otobüsü kaçırmak istemiyordum. Hemen perona geri dönmüştüm. Henüz bir saat geçmişti ki otobüsümün neredeyse 40 dakika tehir yapacağına dair bir mesaj geldi. Birileri kamera şakası yapıyormuş gibi etrafa bakındım. Anladım; bugün her şey ağır çekimde ilerleyecekti. Vardır bir hayır deyip beklemeye devam ettim. Beklenen an gelmiş ve otobüs ufukta belirmişti. Otobüs şoförü göremese de gelişine içimden kırmızı güller saçmıştım! Koltuğuma oturmuş ve derin bir nefes almıştım. Koltuğun normal fiyatının üç katı olmasını son dakikaya kalmış olmasından kaynaklı diye düşünmüştüm, ama diğer bir sebebini de şimdi anlamıştım. İki katlı otobüsün en öndeki koltuğunda oturuyordum. Sanki şoförle beraber otobüsü sürüyor gibiydik! Yüksek ve geniş pencereden etrafı izlemek bazen ürkütücü gelse de ara ara sevmiştim.

Yedi buçuk saat sonra Amsterdam’da olacaktım. Yol tuttuğu için bazen bırakmak zorunda kalsam da yolculukta kitap okumayı seven biriyimdir. Ayak ucuma koyduğum çantama elimi uzattım ve kitabımı aldım. Bazı kitaplar vardır; okusanız da tekrar okumak ve yanınızda taşımak istersiniz. Elime aldığım kitap da benim için öyleydi. Manevî değeri de büyüktü. Sanki babamla seyahat ediyor hissi veriyordu o kitabı elime aldığımda. Sayfaları karıştırmaya başlayarak sanki çağları bir ileri bir geri çeviriyordum. Öte yandan kalın kapak sayfasında Ebu Ubeyde bin Cerrah’ın (radıyallâhu anh) Hediyesi Antakya yazan ismi de yakınlarda Türkiye’de yaşanan depremi hatırlatıyordu. Nasıl unutulabilirdi ki! Kitabın muhtevası Antakya ve tarihi hakkındaydı. Kim bilir asırlar boyunca neler görmüş geçirmişti bu şehir! Bu güzel şehir, yıkılan binaların altında kalmış olsa da benim hatıralarımda gelinliğini giymiş bir kız gibi kalacaktı.

Âsi nehri kıyısında, denizden 440 metre yükseklikteki Habîbünneccâr Dağı’nın eteklerinde yer alan Antakya, özellikle Bizans İmparatorluğu döneminde Akdeniz havzasının en büyük şehirlerinden biri, olimpiyat oyunlarının düzenlendiği, kalabalık nüfuslu, 12 kilometre uzunluğunda muazzam surları bulunan önemli bir ticaret ve sanayi merkezi olarak dikkat çeker. Kur’ân-ı Kerim’de iki yerde, “karye” ve “medîne” kelimeleriyle (Kehf 18/77, 82; Yâsîn 36/13, 20) bu şehre işaret edildiği söylenir. İslam öncesi dönemde Antiochia olarak geçen şehrin ismi, İslamî dönemde Antâkiye şekline dönüşmüştür.[1]

Birçok medeniyete gönlünü açan bu şehri Ebu Ubeyde bin Cerrah (radıyallâhu anh), sulh yoluyla fethetmiştir. Hatta bu fethi rüyasında Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu kutlu sahabiye müjdelemiştir. Efendimiz, “Ya Ebu Ubeyde! Seni Allah’ın rızası ve rahmetiyle müjdeliyorum. Yarın Antakya sulh yoluyla fethedilecektir. Şehrin büyük komutanları ve emrindekiler, grup grup sana gelecekler.” demiştir.[2] Diğer gün halkın 1 dinar ve 1 cerîb (hububat ölçeği) cizye ödemesi şartıyla şehir teslim olur.[3] Akabinde komutan Pelantanus, Ebu Ubeyde’nin yanına gelir ve Müslüman olmak ister.[4]

Ara ara sanki tayy-i mekân yaşayıp otobüsün yan penceresinden Antakya’ya gidip geliyordum. Almanya’nın bir şehrinden Hollanda’nın başkenti olan Amsterdam’a, gümrük kontrolünün olmadığı bir yolculukta giderken barış ve huzurun kıymetini yeniden fark ediyordum. Bu huzuru sağlayabilmek için bize ne tür görevler düşüyordu? İşe belki Amsterdam’da seminerde buluşacağımız gönüllerle başlayabilirdim! Güneş yavaşça uykuya dalıp yerini karanlığa bırakmaya başlayınca ben de kitabımı çantama koymuştum. Her bir harf ve kelimeyle baharı müjdeleyen bu yolculukta yavaşça ama sürûrla pencereden geleceğe el sallıyordum.

Dipnotlar                                                                                                   

[1] “Antakya”, TDV İslâm Ansiklopedisi.

[2] Muammer Türk, Ebu Ubeyde bin Cerrah’ın (r.a.) Hediyesi Antakya, Hatay: Akadim Kültür Yayınları, 2013, s. 114–115.

[3] “Antakya”, TDV İslâm Ansiklopedisi.

[4] Türk, a.g.e. s. 115.