Kâinatta her şey bir denge içinde ve hassas ölçülerle yaratılmaktadır. Zıtların bir arada olduğu dünya hayatında, sebepler planında, hayret verici bir intizam söz konusudur.
Bazen beşerin kirli elinin karışması, var olan dengenin bozulmasına, hatta geri dönülemez sonuçların ortaya çıkmasına sebep olabiliyor. Günümüzdeki problemlerin birçoğu da bu şekilde ortaya çıkıyor. Sınırlarını her alanda bilmek, denge ve itidal sahibi olmak, insanların sadece kendi aralarındaki ilişkilerini değil, diğer canlılarla olan ilişkilerini de sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesinin en temel noktasıdır. Bu sebeple, “itidal” (aşırı olmama) ve “denge” kavramları üzerinde birçok düşünür kafa yormuştur. Kur’ân’da ve Sünnet’te de en fazla üzerinde durulan konulardan biri olan denge ve itidal, ifrat ve tefritten uzak bir şekilde, sırat-ı müstakim üzere yaşamak adına önemli düsturlar arasındadır.
Rabbimiz, Kamer sûresinde, “Muhakkak ki Biz her şeyi bir kaderle, bir ölçü ile yarattık.” (54/49) buyurmuştur. Rahman sûresinde ise mizan üzerinde durulmuş ve mizanın bozulmaması emredilmiştir. Dengenin bozulması, önüne geçilemeyecek ciddi sonuçları beraberinde getirebilir. Cenab-ı Hak, kâinattaki nizam ve mizanın üzerinde durarak varlığın her aşamasında bir dengenin ve ölçünün olduğunu idraklere sunmuştur. Kâinattaki nizam, sünnetullah kanunları ile sağlanır. Sıcaklıktaki bir derece değişiklik, yağışlardaki en ufak dengesizlik, kuraklığa veya sele sebep olabilir. En güncel konulardan biri olan çevre problemleri, buna verilebilecek güzel örneklerden bir tanesidir. Refah seviyesinin yükselmesiyle beraber tüketim ve üretim artmıştır. Tüketim alışkanlıklarında dengenin korunmaması, insanların aşırıya kaçmaları, çevre kirliliği, küresel ısınma ve biyolojik çeşitliliğin azalması gibi müşkülleri ortaya çıkarmıştır. İnsanların tutarsızlıkları ve dengesizlikleri sonucu ortaya çıkan problemler, her ne kadar düzeltilmeye çalışılsa da şu ana kadar etkili bir çözüm bulunamamıştır.
İnsan; akıl, irade ve sorumluluk sahibi olmasıyla diğer varlıklardan farklıdır. İnsanoğlu hayatta ölçünün ve dengenin korunmamasının olumsuzluklara yol açabileceğini bildiğinden sınırlar ve ölçüler belirlemiştir. Bu sınırlara, bir ülkede konulan kanunları örnek olarak verebiliriz. Neredeyse herkes, kanunları çiğnerse ağır veya hafif bir ceza alacağının bilincindedir, ancak fıtratı gereği aşırılıklara yönelebilir ve sınırları aşabilir. Ekolojik dengenin bozulması, insanların hayatlarını nasıl etkiliyorsa aynı şekilde insanların yaptıkları işlerde haddini aşması, dengesiz davranması, kendilerini ve başkalarını etkiler. Bu durumlar bazen yolsuzluk, haksız kazanç elde etme gibi ifrat, bazen de zulme karşı susma gibi tefrit nevinden tezahür eder. Bu durum; tarihte olduğu gibi günümüzde de ahlakî değerlerle uyuşmayan davranışlara, haksızlıklara, adaletsizliklere, çatışmalara ve savaşlara sebep olmaya devam etmektedir.
Bir ülkede adaletin bozulmasının toplumu çıkmaza sokması, ticaretin bozulmasının ekonomiyi etkilemesi veya dengesiz beslenmenin hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olması gibi, insanların denge ve itidal üzerine yaşamamaları, insanlar arasında anlaşmazlıklara sebep olmuş ve dolayısıyla toplumun düzenini bozmuştur.
Kin, nefret, hırs, tembellik, cimrilik gibi duygular ve alışkanlıklar; günlük hayatımızdaki eylemlerimizi etkiler ve ahlaken kabul edilemeyen davranışlara sebebiyet verir. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu yüzden sadece eylemlerde değil duygularda da dengenin korunması gerektiğini bir hadisinde şu şekilde ifade etmiştir; “Sevdiğin kimseye karşı duyduğun sevgide aşırılığa kaçma, belki de bir gün o kimse düşmanın oluverir. Düşman olduğun kimseye karşı sergilediğin kinde de aşırı gitme, belki bir gün o kimse dostun oluverir.”[1] Güven telkin eden kişiler, her zaman işlerinde ve duygularında dengeyi koruyabilen insanlar olmuşlardır.
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, “Her düşüncede ifrat ve tefrit olabilir. Her ikisi de öldürücü zehir hükmündedir. Evet, saffet ve sadelik derken, her şeyi kılık ve kıyafet derbederliğinde, eski bir post, kırık bir çömlek, örümcekli bir yuvada arayanlar yanıldıkları gibi, onu başa geçirilen bir Frenk külahında ve dekolte bir tayyörde arayanlar da yanılmışlardır.”[2] demiştir.
İfrat ve tefrit, insanın savrulması neticesinde ortaya çıkar. Rüzgârın yaprakları savurması gibi, insanlar da hadiseler karşısında reaksiyona girerek düşünmeden hareket ederse bir şeye tepki verirken bütün incelikleri gözden kaçırıp ifrat derecesine savrulur. Sonra yaşadığı dumur, onu karşı tarafa savurur, yani bu defa da tefrite gider. Bu iki zıt kutup arasında savrulup durmamak için iradeyi kullanmalı, durup bir düşünmeli, ölçüp tartmalı ve her zaman sırat-ı müstakimi tercih etmeli; zulme sapmamalı ve adaletten ayrılmamalıdır.
[1] Tirmizî, Birr, 60.
[2] M. Fethullah Gülen, “İfrat ve Tefrit”, Sızıntı, Temmuz 1984.