Güneş doğmuş, kuşluk vakti yaklaşmıştı. Hüzün herkesi ve her şeyi sarmıştı. Gözyaşları dinmek bilmeyen Hazreti Fâtıma (radıyallâhu anha) da kendine engel olamıyordu. Bunun üzerine o Kutlu Baba, “Kızım, bir miktar sabret, ağlama. Zira gökte melekler senin ağlamanın üzerine ağlaşırlar.” deyince Hazreti Fâtıma (radıyallâhu anha) gözyaşlarını sildi ve babasının yanına oturdu.[1] Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hazreti Fâtıma’nın kulağına bir şeyler fısıldamaya başlayınca Hazreti Fâtıma ağlamaya başladı tekrar. Efendimiz fısıldamaya devam etti. Bu sefer Hazreti Fâtıma’nın yüzünde bir gülümseme hâsıl oldu.
Bu gülümseme ve sevincin aynısı, Kâbe’nin yeniden inşa edildiği 606 yılında, Hazreti Fâtıma’nın doğduğu zaman, Efendimizin gül çehresinde belirmişti. Hazreti Fâtıma’dan önce de Efendimizin kız çocukları olmuştu, ama Fâtıma Annemizin yeri bir başka idi. Belki Hazreti Fâtıma’nın küçük yaşta annesini kaybetmiş olması, Efendimize kendisi gibi öksüz büyümesini hatırlatmıştı.[2] Efendimize “Fâtıma benden bir parçadır. Onu sevindiren beni sevindirmiş, onu üzen beni üzmüş olur.”[3] dedirtecek kadar babasının gönlünde taht kurmuştu.
Peygamberimiz vefa insanıydı. Dedesinin vefatından sonra ona amcası Ebû Talib ile yengesi Fâtıma bakmıştı. Sekiz yaşından itibaren Efendimize annelik etmişti. Öyle ki kendi çocuklarından önce Efendimizi doyurup gözetmişti.[4] Anne sevgisini gördüğü yengesine vefasını bu şekilde göstermek isteyen kutlu Peygamber, kızı Fâtıma’yı “babasının annesi, anam” anlamına gelen “Ümmü Ebîhâ” şeklinde künyelendirmişti.[5] Efendimizin ilk eşi olan Hazreti Hatice’nin (radıyallâhu anha) annesinin adı da Fâtıma idi.
Fâtıma “uzlaştırmak” mânâsına gelir. Yüzünün ay gibi parlak olması sebebiyle; lakabı “beyaz, parlak ve aydınlık yüzlü kadın” anlamında Zehrâ olmakla beraber “iffetli ve namuslu kadın” anlamındaki Betül lakabıyla da anıldığı görülmüştür.[6]
Babasının yanında olmaktan büyük bir mutluluk duyar, onu korumaya çalışır. Bir gün Kâbe’de namaz kılmakta olan Resulü Ekrem’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) secdeye vardığı sırada omuzlarına kâfirlerin elebaşlarından Ebu Cehil ve tayfası tarafından bir devenin işkembesi konur. Müşrikler bu duruma gülerken genç Fâtıma koşarak gelir ve babasının üzerindeki pislikleri temizler. Bir yandan babasına bunu yapanlara kızarken diğer yandan yapılan bu muameleye içten içe üzüntü duyar.[7]
Hazreti Fâtıma genç kız olduğunda onunla evlenmek isteyen birçok kişi taleplerini Efendimize iletir. Efendimiz hepsini kibarca geri çevirir. Hazreti Ali (radıyallâhu anh), Hazreti Fâtıma’ya talip olunca Efendimiz bu talebi kabul eder. Lakin Hazreti Ali fakir bir delikanlıdır, mehir verecek mülke sahip değildir. Bunun üzerine Hazreti Ali, Bedir Gazvesinde ganimetten payına düşen zırhı, bazı rivayetlere göre devesini ve bir kısım eşyasını satarak 450 dirhem gümüş civarında bir mehir verir. Fâtıma Annemizin çeyizi de kadife bir örtü, içine hurma lifi doldurulmuş deri bir yastık, iki el değirmeni ve deriden yapılmış iki su kabından ibarettir.[8] Böylelikle Hazreti Ali ve Hazreti Fâtıma’nın saadet yuvası kurulur. Bu mutlu evlilikte önce Hazreti Hasan bir yıl sonra da Hazreti Hüseyin dünyaya gelir. Daha sonraki yıllarda ise Ümmü Gülsüm, Zeynep ve küçük yaşta vefat eden Muhassin doğar.[9]
Hazreti Fâtıma Uhud Savaşında yaptığı fedakârlıklarıyla dillere destandır. Uhud’da hem cepheye erzak taşımaya hem de yaralılara yardım etmeye çalışır. Yaralıların arasında sevgili Peygamberimiz de vardır. Sevgili babasının muharebede aldığı yarasını yıkarken Hazreti Ali de su döker. Bir süre sonra suyun kanı daha da artırdığını görünce Hazreti Fâtıma eline bir parça hasır alır. Önce bu hasırı yakar ve kül hâline getirir. Daha sonra da Efendimizin yarasına bastırır. Çok geçmeden kan durur.[10] Bu hâdiseler yaşanırken Efendimizin dudaklarından, “Allah’ım kavmimi affeyle. Çünkü onlar cahildirler. Onlara hidayet nasip et. Onlar benim kim olduğumu bilmiyor.” diye dualar dökülür.[11]
Fâtıma Annemizin hayatı, Efendimiz hayatı gibi sadeydi. Her hâli ve hareketi ile O’na en çok benzeyendi. Oturuşu, kalkışı, yürüyüşü, konuşması, bakışları… Hazreti Ali ile evlendikten sonra aralarında iş bölümü yaparlar. Evin iç işleriyle Hazreti Fâtıma ve dış işleriyle de Hazreti Ali ilgilenir. Evlerinde yardımcı olacak bir hizmetçi de yoktur. El değirmeni kullanmaktan Hazreti Fâtıma yorulur. Bir gün Fâtıma Annemiz, Medine’ye gelen esirleri duyar ve istirhamını dile getirmek için biricik babasının yanına gider. Ev işlerinde yardımcı olması için birini ister. Efendimiz Hazreti Fâtıma’nın bu isteğini geri çevirir. Çünkü gelen kişi, mescitte yatıp kalkan fakir Müslümanlar için değerlendirilecektir.[12] Kızının bu isteği yerine Efendimiz bir tavsiyede bulunur. Yatağa girdiğinde 33 defa “sübhanallah”, 33 defa “elhamdülillah” ve 33 defa “Allahu ekber” demesinin daha hayırlı olduğunu ifade eder.[13] Hazreti Ali, onun bu tavsiyeyi hiç terk etmediğini söyler.
Hazreti Fâtıma, Efendimizin sevgi ve şefkatle büyüttüğü kıymetli incisidir. Efendimiz kızına olan sevgisini sözleri ve davranışlarıyla belli eder. Fâtıma Annemiz, babasının yanına geldiğinde Efendimiz hemen ayağa kalkar, onu karşılar ve kendi yerine oturtur. Aynı şekilde Fâtıma Annemiz de mukabelede bulunur. Efendimiz, kızının evine gittiği vakit Hazreti Fâtıma ayağa kalkar, babasının elini öper ve kendi yerine oturtur. Peygamberimiz gittiği seferlerden döndüğünde önce mescitte iki rekât namaz kılar, hemen ardından da Hazreti Fâtıma’nın yanına gider.[14]
Peygamber Efendimiz fırsat buldukça Hazreti Ali ve Fâtıma’nın evlerini ziyarete gider. Eve geldiğinde de ikisinin arasına oturup onları çok sevdiğini ifade eder. Bir keresinde Efendimiz, Hazreti Fâtıma’yı, Hazreti Ali’yi ve çocukları Hasan’ı ve Hüseyin’i abasının altına alarak “Allahım! Bunlar benim Ehl-i Beytimdir; onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl.” diye dua buyurur. Hazreti Fâtıma ile ilgili önemli bir husus da Efendimizin neslinin Fâtıma Annemizin çocuklarından devam etmesidir.[15]
Güneş yavaş yavaş batarken Efendimizin yanında bekleyen Cebrail (aleyhisselâm) vuslat vaktinin yaklaştığını ve Hazreti Azrail’in (aleyhisselam) huzura gelmek için izin istediğini söyler. Babasına çok düşkün olan Hazreti Fâtıma, babasının vefatından sonra sarsılır. Hatta Resûl-i Ekrem defnedildikten sonra gördüğü Enes ibn Mâlik’e, “Resûlullah’ın üzerine çarçabuk toprak atmaya eliniz nasıl vardı, gönlünüz nasıl razı oldu?” diyerek ağlar ve daha sonra da günlerce göz yaşı döker.[16]
Hazreti Aişe, Efendimizin vefatından sonra Fâtıma Annemize “Sevgili Peygamberimiz hasta döşeğindeyken kulağına ne fısıldadı da ağladın? Ardından ne söyledi de güldün?” diye sorar. Önce Hazreti Fâtıma söylemek istemez, babasıyla arasında bir sır olarak düşünür. Ancak gelecek nesillere aktarılması gerektiğinden bu sırrı paylaşır: “Resûlullah, ölüm vaktinin geldiğini söyleyince ağladım. Ağlamamın sebebi budur. Ağladığımı görünce de Ehl-i Beyt’ten yanına ilk önce benim ona kavuşacağımı, ayrıca benim mümin kadınların hanımefendisi olduğumu söylemesi üzerine de sevindim. Gülmemin sebebi de bu müjdedir.” buyurur.[17]
Babasının ayrılığına altı ay dayanabilen Fâtıma Annemiz 632 yılında vefat eder. Hazreti Fâtıma’nın vasiyeti, Efendimiz gibi geceleyin defnedilmek olur. Validemiz; Hazreti Ali, Hazreti Abbas ve oğlu Fazl tarafından Cennetü’l-Baki Kabristanı’na defnedilir.[18]
Bugün İslam dünyasında Hazreti Fâtıma, İslam’ın yüce değerlerini temsil eden, sevgi dolu ve güçlü biri olarak hatırlanmaktadır. Sevgili Peygamberimizin nurunu kalbinde hiç eksiltmeden taşımış, İslam’ın güzelliklerini herkese göstermeye çalışmıştır. Hak yolcuları, onun hayatından aldıkları ilhamla, sevgi, merhamet ve hoşgörüyü dünyaya yaymaya devam etmektedir. Rabbim şefaatine nâil olanlardan eylesin. Âmin!
Dipnotlar
[1] Rahime Kaya, Efendiler Efendisi Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), Asrı Saadet Serisi-1, İzmir: Muştu Yayınları, 2009, s. 269.
[2] Ömer Yılmaz, Hazreti Fâtıma (radıyallahu anha), Gül Devri-8, İzmir: Muştu Yayınları, 2013, s. 11.
[3] Buhârî, Fedailü Ashabi’n-Nebi, 12, 29.
[4] Yılmaz, a.g.e. s. 11.
[5] M. Yaşar Kandemir, Mustafa İsmet Uzun, “Fâtıma”, TDV İslâm Ansiklopedisi.
[6] A.g.e.
[7] Buhârî, Vudû, 69; Müslim, Cihâd, 107–110.
[8] Kandemir ve Uzun, a.g.e.
[9] Yılmaz, a.g.e. s. 31.
[10] Müslim, Cihâd, 101.
[11] Yılmaz, a.g.e. s. 57.
[12] A.g.e. s. 37.
[13] Buhârî, Fezâʾilü Ashâbi’n-Nebî, 9, Nafakât, 6-7, Da’avât, 11.
[14] Yılmaz, a.g.e. s. 25
[15] A.g.e. s. 28.
[16] Kandemir ve Uzun, a.g.e.
[17] Buhârî, Fezâʾilü Ashâbi’n-Nebî, 12, İstiʾzân, 43; Müslim, Fezâʾilü’s-Sahâbe, 97–99.
[18] Kandemir ve Uzun, a.g.e.