Ramazan’a bir gün kala şehrin en büyük mezarlığının da olduğu Tekke Tepesi’ne gider, dönerken de “Ay gördüm Allah, Amentübillah!” diye bağırarak cümbür cemaat mahalleye girerdik. Bu sefer herkes gitti ben ayak sürüdüm, “ben size yetişirim!” diyerek, akranlarımdan ayrıldım. Patikanın iptidasından taze doğan hilal endamında biri belirdi. Bu tenhada şimdiye kadar gördüğüm hiç kimseye benzemeyen bu kişiden korkmam gerekirdi, ama yaklaşınca bütün kaygılar bitti… Selam verdi, nefesi saçlarımı okşadı:
– Kaç yaşındasın çocuk
– Yedi… Ya sen!
– Ben Ademle beraber dünyaya geldim.
– Hangi Âdem!
– İlk insan ve peygamber olan.
– Kaç yaşında oluyorsun!
– Hesabını bilmem, ben sadece senede bir dünyaya gönderilirim, bütün şehirleri gezerim. Anlayasın diye söylüyorum…
Bu kadar genç birinin hesaplanamayacak bir yaşta olmasını doğrusu aklım almamıştı. Ama bu yakışıklılıkta ve endamda biri de yalan söyleyecek değildi ya.
– Nuh’un zamanında da, İbrahim’in zamanında da vardım, her kavmi tanıdım her şehre girdim. Son peygamberin gelişiyle rüştümü tamamladım; cennet ehli olduğum için hep otuz üç yaşında gösteririm. Ümmet-i Muhammed beni Ramazan adıyla bilir. İlden ile gezer amel defterlerini temizler dönerim.
Ben dünyada böyle güzel görmedim, ben dünyada böyle temiz bir dost tanımadım.
Evlerde Ramazan geldi gelecek telaşı, karşılama orucu tutuyor hanenin hanımları. Beylerin çoğunlukla nafileye yüzü yok.
– Anne, ben Ramazan’ı gördüm.
– Tabiî oğlum, çocuklar görür.
Ramazan öncesi haftanın Cuma namazındayız.
Hoca hutbe okuyor, “Şehr-i Ramazan elleziy…” bu kadarını anladım ayetin. Boyum Kur’ân-ı Kerim’e yardımsız yetişene dek, onu “şehir” kelimesine izafeten bir tamlama olarak anladım. Bu çağrışım hâlâ hoşuma gidiyor, şehrin geçirdiği olağanüstü hâle de uyuyordu. Billah Ramazan gelmese bu şehirler insaniyeti hepten unutur, unutturur. Bir aylık İlahî tenezzüh sayesinde şehirler, atıklar ve batıklar şehri olmaktan çıkıyor, Ramazan Şehri oluyordu. Şafak gül gibi terliyor, çeşmelerden sular gümüş gibi akıyor, kuşlar şeker dilli şekerler kuş dilli…
İlk sahur…
– Ağzını çalkala oğlum!
– Tamam.
Vakit öğledir. Müthiş acıktım.
– Yemeğe çocuklar, size yarım gün oruç yeter.
Sonra ve daha sonraki yıllar tam gün oruca terfi ettik. Gün tam, ama orucun tamı ne gezsin bizde; yaptığımız ağzımızı kilitlemek ve Kitap ile meşguliyeti yoğunlaştırarak olabildiğince uzlete çekilmek, kalp kırmadan, can yakmadan iftarı beklemek… Avam orucu işte!
Orucun on dördüncü gününe kadar hilal yüzlü dostum her gün göründü ve her gün bir önceki günden daha güzeldi. Dolunay hâline gelmişti, gülümsüyordu, memnundu:
– Çocuk! Şehrin neredeyse tamamının amel defterlerini temizledim!
– Yaa!
– Evet.
– Ya benimki.
– Sen daha çocuksun.
Ertesi gün ve daha ertesi gün “Elveda Ya Şehr-i Ramazan” havası esmeye başladı. Evlerde bayram temizliği, odalarda kireç kokusu.
Bayramdan evvelki Cuma. Fıtır sadakasından bahsediyor imam efendi. Herkes barışmalı diyor. Eh zaten biliyoruz, bir de harçlık mevzuunda cömert davranılmasına dair bir şeyler söyleseniz, minberin ağırlığına zeval mi gelir?
Arefe günü… Ben artık o amel defterine bakılmaya gerek görülmeyen çocuk değilim.
Kırk yıl önce ilk karşılaştığımız patikadan çıkıyorum, meramım görünüşte kabristanı gezmek, ama gerçekte Ramazan’ı görmek. Aradan onca yıl geçti on yıllar geçti, Tekke tepesine hep o güzeller güzeli dostumu görürüm diye gittim, nafile. Şimdi yine yolları gözlüyorum geldi gelecek umuduyla… Yok, yok, yok.
Oydu. Geliyordu daha doğrusu gidiyordu.
Yine önce o selam verdi, ama söze ben girdim
– Yorgun görünüyorsun.
– Sen de yaşlanmışsın.
Sen dedi. Senli benli konuştu, ne saadet, demek beni unutmamıştı.
– Amel defterlerini temizledin mi yine?
– Evet.
– Ya benimki.
Cevap yerine, nar tanesi içindeki beyaz çekirdek gibi gülümsedi…
– Ona cevap vermek, beni aşar.
Dur, gitme, kal desem, biliyorum fayda etmez; Saadet on bir ayda bir gelir dünyaya ve gider. Ağır adımlarla tepeyi aştı ve incele incele bulutlara gark oldu. Elveda dostum. Seni seviyorum, seni çok seviyorum. Seni sevenleri sen de seversin, bu bayram olmazsa gelecek bayram benim amel defterimi de yedi yaşında bir çocuğun saflığına döndüreceğini umuyorum.
Elveda yâ Şehr-i Ramazan!
Kaynak: Berat Demirci, “Şehr-i Ramazan”, Yağmur, Sayı: 33, 2006.