Genel Kültür Mayıs 2024 Serhat İlhan

Uzağı Yakın, Yakını Uzak Eden Teknoloji

Gelişen teknoloji, hayatımıza her gün yenilikler katmaya devam ediyor. En önemli yenilik ve gelişmelerden birinin de telekomünikasyon alanında olduğunu kabul etmek gerekiyor. Telgrafın tellerine konan kuş, artık ceplerimize kadar gelip ağzındaki haberi bırakıyor! Mektup için postacı yolu gözlemek yerine mavi tık gözleniyor. Duygu dolu mektuplar yazılırken dökülen gözyaşlarının yerini emojiler aldı. “Postanız var!” nidası yerine telefonların bildirimleri duyulur oldu. Kısacası haberleşme her yönüyle değişti.

Bizleri birbirimize yaklaştıran teknoloji aynı zamanda uzaklaştırıyor mu?

Sıcacık sobanın yanı başında geniş ailemiz ile yaptığımız sohbetlerin tadı hâlâ damağımda. Sobanın üzerinde kimi zaman kestane pişerken kimi zaman çekirdek kavrulurdu. Bu arada sohbet de gitgide koyulaşırdı. Şimdilerde bu muhabbetlerin yerini “akıllı” telefonlar almış durumda. Aile fertlerinin arasındaki iletişim günden güne azalıyor. Onları bir araya toplayan yemek saatleri de olmasa birbirlerini aynı hane içinde görememeye başlarlar diye düşünüyorum. Uzağı yakın eden teknoloji, en yakını uzak etti.

Hayatımızı kolaylaştırmak uğruna, hayatı mekanikleştirmeye, ondaki mânâ ve ruhu kesifleştirmeye, onu makineler gibi soğuklaştırmaya başladık.[1] Bu durumdan en fazla etkilenenlerden biri de aramızdaki iletişimimiz oldu.

Mesajlaşma temelli iletişim uygulamaları vazgeçilmezlerim oldu. Çeşitli iletişim platformlarından yazılan mesajlar pimi çekilmiş bomba gibi, duygusu çekilmiş şekilde karşıdaki alıcıya gönderiliyor. Alıcı, mesajı duygu olmadığı için o anki ruh hâliyle nasıl anlamak isterse öyle anlıyor ve cevabı da ona göre veriyor. Bu da hiç olmadık iletişim problemlerine sebebiyet veriyor. Müminlerin arasını bozmak için hazırda bekleyen şeytan, bu gibi anlarda verdiği vesveselerle sû-i zanna sebep oluyor.

Nice güzel dostluklar, “Benim mesajıma mavi tık yapmadı, o mesajında beni kastetti, mesajlarını büyük harflerle yazıyor, sanki ben anlamıyorum! Benim niyetimi nasıl bilmezsin de bu şekilde yanlış anlarsın?” gibi sudan sebeplerle bitiyor. Oysa iletişim ve diyaloglar konusunda ince eleyip sık dokuyan Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), insanlar arasındaki irtibatın kesilmesini hoş görmemiş ve her ne sebeple olursa olsun münasebetlerin devam ettirilmesi gerektiğini vurgulayarak “Müslümanın din kardeşine üç günden fazla dargın durması helâl olmaz.”[2] buyurmuştur.

“Sû-i zan, maddî manevî içtimaiyatı zedeler.”[3] hakikatini kendime rehber edinerek şunları dile getirmek istiyorum:

Mesajlaşabilme büyük bir nimet. Bununla birlikte emoji barındırmayan, yazılma sırasındaki niyeti zahiren görünmeyen mesajlar yerine olabildiğince sesli mesaj ve arama imkânını kullanmanın iletişim kazalarını önleyeceğini düşünüyorum. Bizlere düşen sû-i zanna sebebiyet verecek unsurları en aza indirmektir. Unutmayalım, mesajlar duyguları yansıtacak emareler eklendikçe farklı bir mahiyete bürünürler. Bu sebeple mesaj attığımız kişilerden, içinde bulunduğumuz ruh hâlimizi veya o anki düşüncelerimizi tahmin etmelerini beklememiz, onlara haksızlık olur ve iletişim kazaları görülebilir.

[1] Yusuf Bayram, “İletişim Çağı”, Sızıntı, Ağustos 1993.

[2] Müslim, Bir, 23; Ahmed ibn Hanbel, El-Müsned 1/176.

[3] Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 58.