Edebiyat Haziran 2024 Zehra Yeniçerioğlu

Kâinat Şiirinde Anjambman

“Anjambman”, Servet-i Fünûn[1] döneminde Türk edebiyatına girmiş, şiiri düzyazıya yaklaştıran bir tekniktir.[2] Anjambmanın maksadı; kalıplara sıkıştırılmış, kurallar ağında esir edilmiş şiiri, hürriyetine kavuşturmak, kafiye örgüsünden, mısra sayısından âzât ederek, şaire istediği gibi yazma, kendini ifade etme, okuyucuya istediği mesajı verme imkânı sunmaktır. Sanatın sanat için yapıldığı dönemlerden, halka hizmet odaklı kullanıldığı dönemlere bir geçiş söz konusudur. Anjambman, sadece şiiri düzyazıya yaklaştıran bir teknik değil, ondan çok öte gayelere gebe bir ufuk, sırlarla dolu engin bir sanat ve şairlerin dolup taşan birikimlerine uçsuz bucaksızlığıyla yankı görevi gören bir vadidir.

Aynı zamanda bu teknik, bir şiirdeki mısraların mânâ itibarıyla birbirini tamamlaması sanatıdır. Mânâ bir mısraya sığmadığında, alt mısrayla birleşir ve ancak bu şekilde yeni bir mânânın gizemine ışık tutabilir.[3] Bu sanatı ustaca kullanan şair Tevfik Fikret’ten bir örnek verelim:

“Topla, fırlat ne varsa, taş, iğne,
Şu muhitin ser-i rehavetine.
O biraz belki canlanır ve senin
Zahmetin, himmetin ve fazlın için
Koyar elbet vatan, bu hasta nine
Bir sıcak buse terli nasiyene”[4]

Anjambman tekniği ile mânâ alt mısralara kaydırılmış ve bu şekilde bir anlam akışı sağlanmıştır. Şehrin rehaveti ve insanların fakirliği hengâmesinde gösterilmesi gereken gayret, bütün mısraların desteği ve birleşmesi ile bir bütün hâlinde, âdeta her kelimeyi meseleye ortak tutup temsil ettikleri cihetleriyle onlara da mal ederek okuyucuya duyurulmaktadır.

Anjambman tekniği, yarım kalan ifadeleri, kendi başına mânâdan mahrum kalan kelimeleri haznesine almakta ve eksik parçalardan bir bütün oluşturmaktadır. Hedefine ulaşırken sahip olması gereken sıfatların da farkında; tamamlayıcı, bütüncül, durağanlığa karşı, dinamizmi ve birlik arzusu ile göze çarpan, uhuvvet düşkünü ve dayanışma meftunu…

Anjambman, bünyesinde barındırdığı özellikleri ve varlık sebebiyle bize sanki bir şeyler anlatmak istiyor: Hizmet insanlarını…

Hizmet insanları da benzer metotlarla yol almıyor mu? İnsanları ortak bir paydada buluşturup beraber yol katetme, dinamizmi hedefleme, başkalarının hayatına mânâ kazandırma gayretiyle yaşama, gerekirse bu uğurda yerinden yurdundan olma, anjambman misali, mısralar arasında mânâ kardeşliği kurma, eksikleri tamamlama, her şeye bir derinlik katma ve muhtaç sinelere mânâları ulaştırma… Yeter ki mânâ bütün şiirde çınlasın, kâinat şiirinin bestesinde hayat bulsun ve nihayet Hakk’a ulaşsın.[5]

Kâinat şiiri, Allah’ın (celle celâluhu) kudret kalemiyle yazılan, kalemin mürekkebinin Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) nuru olduğu, yaratılan her varlığı sinesinde barındıran bir şiirdir. Mısralar arasında hikmetli geçişler olur, İlahî isimlerin cilveleri tezahür eder, fani mevcudatın daimî mânâları hıfzedilir. Farklı zaman ve mekânlarda yaşayan insanlar da ortak bir mefkûreyle bir araya gelir.

Kâinat şiirini okuyup seslendirecek gönüller gerek bizlere. Maddiyat ve benlikten sıyrılarak başkalarına anlam taşıma gayretinde olan gönüller… Kimseyi dışarıda bırakmama arzusuyla şiirleşme, her ferdi şiirin vazgeçilmez kelimesi olarak görme, herkesin hususî istidatlarıyla yaptığı katkıları anlamlı bir bütün olarak toplama…

Anjambman, nesir ve nazım gibi iki kutbu birleştirme gücüne de sahiptir. Biri anlaşılır ve bilgi yüklü; diğeri saklı ve hayalperest. Bu beraberliğe, Mehmet Akif Ersoy’un kaleme aldığı Seyfi Baba adlı şiirinde de şahit oluyoruz:

“Hadi aktarmayayım… Kim getirir ekmeğimi?
Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?
Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası;
Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!

Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman
Gece gündüz koşuyor, iş diye, bilmem ne zaman
Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç
Görüyorsun daha gelmez… yalnızlık pek güç.”[6]

Nesir ve nazımın kendi değer ve ilkelerine bağlı kalarak harmanlanıp tek bir eser olmaları, mânâyı iliklerine kadar işlemeleri bize gösteriyor ki hedef bir olunca, farklılıklara bakılmaksızın sarmaş dolaş olunabiliyor, kenetlenebiliyor. Kenetlenme, İlahî inayeti celbeder, hedefte muvaffak olunur, güç kazanılır, o birlikten kuvvet doğar ve ne mazhariyetlere kapı aralanır.[7]

Öyleyse küçük, âciz ama yüce gayeli adımlar ve metotlar küçümsenemez. İnsanlar ne kadar farklı olursa olsun bir gün bir “anjambman karakter” çıkagelir ve ortak bir mefkûre uğruna dağınıklıkları toplar, ulvî bir şiirin mânâsı Arş’a yükselir.

“Aşk ve vuslat ihtiyacıyla var olan insan,
Ömür boyu hep bu ufka doğru koşar durur.
Gönlünde buğu buğu billûrlaşan mânâdan,
Öteleri duyar ki, bence murat da budur”[8]

Dipnotlar

[1] Servet-i Fünûn: 1896–1901 yıllarını kapsayan Türk edebiyatı dönemidir. Ağırlıklı olarak Fransız edebiyatının etkisinde eserler verilmiş ve batıya doğru bir yönelmeye gidilmiştir. Dönemin ünlü şair ve yazarları arasında Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Süleyman Nazif ve Hüseyin Suat Yalçın gibi önemli isimler bulunur. Bkz: Yusuf Çopur, “Servet-i Fünun Dönemi Edebiyatı Hakkında Çalışılan Lisansüstü Tezler Hakkında Bir Meta Analiz Çalışması”, Social Mentality and Researcher Thinkers Journal, atif.sobiad.com/index.jsp?modul=makale-detay&Alan=sosyal&Id=efiEq30BYbO9RkQmhywO

[2] www.turkedebiyati.org/anjanbman-nedir/

[3] Kadir Sarıaslan, “Enjambment as a complicated concept in poetry translation”, Rumelide Dil ve Edebiyat Dergisi, 2023, (35), 1576–1588. dergipark.org.tr/tr/pub/rumelide/issue/79512/1346641

[4] Tevfik Fikret, Haluk’un Defteri, Haluk’un Vedaı, www.turkedebiyati.org/anjanbman-nedir/

[5] M. Fethullah Gülen, “Nam-ı Celil-i Muhammedî”, www.youtube.com/watch?v=8aafxpWfArY

[6] Mehmet Akif Ersoy, “Seyfi Baba”, Safahat, İstanbul: Sütun Yayınları, 2007, s. 60.

[7] M. Fethullah Gülen, “Kenetlenme”, herkul.org/kirik-testi/kenetlenme/

[8] M. Fethullah Gülen, “Ruhun Rabıtaları”, Kırık Mızrap, İstanbul: Nil Yayınları, 2007, s. 81.