İnsanlık bir doğum sancısı çekiyordu. Kaoslar üst üste yaşanıyor, vicdanı ölmemiş ruhlar bir kurtarıcı el bekliyorlardı. Hocaefendi’nin ifadesi ile “Gül dikene takılmış, şeker kamışta saklı kalmıştı.”[1]
Tam da bu demde Rabbimiz, insanlığın elinden tutacak, getirdiği hakikatler o günden bugüne uzanacak Efendimizi ve ona sahip çıkacak güzellerden güzel sahabileri nasip edecekti.
İşte bu yiğitlerden biri, Allah’a olan sarsılmaz bağlılığıyla bilinen, evinin kapılarını sonuna kadar Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) açmış, hiçbir fedakârlıktan çekinmeden bu kutlu davanın sarsılmaz kalelerinden biri hâline gelmiş olan Erkam ibn Ebû’l-Erkam’dı (radıyallâhu anh).
Allah Resûlü’nün çağrısını ilk duyanlardan biriydi ve bu çağrıya hemen cevap vererek hayatını adayan bir ruh olmuştu. Mekke’nin saygın ailelerinden olan Erkam’ın kendisi gibi, anne ve babası da İslam’la şereflenmişlerdi.
Genç yaşında Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) davetine icabet eden Erkam, inancını kahramanca savunmuştu.
Efendimiz ve sahabiler iştiyakla doluydu, Allah’a ibadet etmek için can atıyorlardı, ama müşriklerin içlerinde de öyle bir kin ve nefret vardı ki nerede bir Müslüman görseler hemen saldırıyorlardı. Aynı zamanda Allah Resûlü’ne de eziyet etmekten hiç çekinmiyorlardı. Efendimiz ise onlara asla karşılık vermiyor, sadece Allah’a ellerini açıp bu durumu Rabbine arz ediyordu.
Bu işkence ve hakaretler sonucunda artık açıktan açığa ibadet edemez, dinlerini yaşayamaz hâle gelmişlerdi. Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) gönlü buna razı olmuyor ve bunun için bir çözüm yolu arıyordu. Arkadaşlarıyla istişare ederek onları bütün bu kötülüklerden uzak tutmak için, gizlice ibadet edebilecekleri bir evde toplanma kararı aldı.
Bu ev Darü’l-Erkam’dı, yani Erkam’ın ötelere açılan kutlu evi. Bir ev düşünün ki oraya gelen gönüller hakikate uyanıyor. Bir ev düşünün ki kuruyan gözler o evde çağlayana dönüşüyordu.
Safa tepesi eteklerinde bulunan Erkam’ın evi, Müslümanlara yeni bir yuva olmuştu. Müşriklerin zulümleri sürdüğünden, birkaç nöbetçi evin etrafını gözetliyorlardı, böylece Müslümanlar bu rahatça ir nefes alıyorlar, Resûl-i Ekrem’le (sallallâhu aleyhi ve sellem) ibadetlerini sürdürüyorlardı.
Bu ev hemen hemen her gün birkaç yeni misafiri ağırlıyor, insanları inançsızlığın cephesinden çekip alıyordu. Hazreti Erkam bu evi cömertçe açarak imanının gücünü ve sahabilere duyduğu sevgiyi gösteriyordu. O zor zamanlarda bu evde toplanan Müslümanlar, birlik ve beraberlik içinde güçleniyor, imanlarını pekiştiriyorlardı. O ev adeta bir manevî mıknatıstı.
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ona “İslam’ın Kalesi” diye hitap ederdi. Adanmışlığı ve samimiyeti, onu Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) en güvendiği sahabelerden biri hâline getirdi. Efendimiz, bu kutlu görev için Erkam’ı seçmiş, o da cömertliğiyle ve cesaretiyle bu görevi en güzel şekilde yerine getirmişti.
Zulüm ve kötülüklerin baskın olduğu bir dönemde hanesinin kapılarını muhtaç gönüllere açan bu kutlu yiğit, Efendimiz ve diğer sahabilerle Medine’ye hicret etmekten de geri durmadı.
Bir defasında Mescid-i Aksâ’ya gitmek için Efendimiz’den izin istedi. Oraya giderek, kutlu peygamberler şehrinde ibadet etmek niyetindeydi. Resûl-i-Ekrem ise ona şöyle cevap verdi: “Mescid-i Haram’da bir kere namaz kılmak, diğer mescitlerde bin kere namaz kılmaktan daha faziletlidir.”[2] Bunun üzerine Erkam bin Ebû’l-Erkam Peygamberimizin sözüne itimat ederek gitmekten vazgeçti.
O zamanın okuma yazma bilen ender kişilerinden biri olduğu için, Efendimizin vahiy katipleri arasında yer aldı. Daha sonra, Hazreti Osman (radıyallâhu anh) zamanında, bir müddet için Beytülmâl’in (devlet malların muhafaza edildiği mekân) işleriyle vazifelendirildi. Hz. Osman (radıyallâhu anh), kendisine bu hizmeti karşılığında 300 dirhem takdir edip gönderdi. Hazreti Erkam ise, “Ben Allah rızası için çalıştım, bu parayı kabul edemem!”[3] diye mukabele etti.
Fevkalade takva sahibiydi. Bütün vaktini ibadet ve taatle geçirirdi. Hazreti Ömer (radıyallâhu anh), “Ben Erkam’dan daha fazla Allah’tan korkan birini görmedim!”[4] der.
Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Medine’de onu Ebu Talha (radıyallâhu anh) ile kardeş yaptı ve sükûnet içinde yaşayabilmesi için Benî Züreyk semtinde bir parça arazi tahsis etti.[5]
Hazreti Erkam, fedakârlığı ve takvasıyla bilindiği gibi, kahramanlıkta da öndeydi. Hicretten sonra hayatta olduğu sürece, Allah Resûlü ile başta Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber olmak üzere bütün savaşlara katılmıştı.
Bedir Gazvesinde Mekkelilerden ganimet olarak alınan ve “Merzübân” diye anılan kılıcı sevgili Peygamberimiz ona hediye etti.
O gün gençler nasıl ki Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) sahip çıktılar, günümüzde de nice genç, Efendimizin davasına sahip çıkmakla talihli olmanın yoluna girmiştir.
Allah’ın (celle celâluhu) rahmetinden ümit edilir ki her zaman Rabbimizin ve Efendimizin adını yeryüzünün her bir noktasına götürmeye azmetmiş bir gençlik olacaktır. Allah’ın bizleri de bu talihlilerden etmesi ümidiyle…
Dipnotlar
[1] M. Fethullah Gülen, “Vilâdetin Çağrıştırdıkları”, https://fgulen.com/tr/eserleri/beyan/Viladetin-Cagristirdiklari
[2] Ahmed b. Hanbel, 1995-2001: III, 397, no: 15306; Tahâvî, 1914: I, 338.
[3] İsâbe, 2: 274.
[4] Üsdü’l-Gâbe, 3: 116.
[5] Tabakât, 3: 124.